fonradar

Zarar Telafi Fonunun Gelir Kaydedilmesi Hk.

bilanco

Katkı Sunan Üye
Üyelik
31 May 2005
Mesajlar
180
Konum
salihli
Merhabalar,

Sermayesi eksik kalan bir şirkete zarar telafi fonu adı altında bir ilave yapacağız. Fakat son yaptığım araştırmalar çerçevesinde denetim elemanlarının zarar telafi fonu bedelini şirket için gelir olarak görmekte ve kdv tahakkuk ettirdikleri ortaya çıktı.
Kurumlar vergisi 01.06.2012 tarihli özelgesinde iştirak edilen bir şirkete yapılan zarar telafi fonunun kesinlikle alan şirket açısından gelir kaydedilmesi gerektiği veren şirket açısından ise iştirak maliyetine eklenemeyeceği açık bir dille ifade edilmiş.
Bizim şirketimiz bir aile şirketi. Ortaklara borçlar hesabından zarar telafi fonu hesabına yapacağımız virmanlar da şirketin geliri olarak varsayılıp yarın öbür gün denetim elemanlarının vahşetine maruz kalırmıyız ? Özelgeler, tebliğler tabiki hayatımızı kolaylaştırıyor ama birebir örtüşmediği zamanda böyle aklımızda tereddütler bırakabiliyor.
Konuya katılmanız dileğimle....
 
SERMAYE AVANSI, ZARAR TELAFİ FONU, SERMAYE TAMAMLAMA FONU
VEYA BENZERİ ADLAR ALTINDA KAYITLARA ALINAN TUTARLAR
KAYITLARA ALINDIĞI HESAP DÖNEMİ SONUNA KADAR
SERMAYEYE EKLENMEZSE VERGİYE TABİ KURUM
KAZANCINA MI DAHİL EDİLECEKTİR ?
Güray ÖĞREDİK
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir
1. Giriş
Ekonomik krizlerin giderek arttığı, rekabetin çok çetin bir şekilde sürdüğü, şirketlerin pazar paylarının azaldığı içinde bulunduğumuz dönemde birçok şirketin özkaynakları sürekli zarar elde edilmesi nedeniyle negatife dönmüş durumdadır.

Gerek mülga 6762 sayılı Kanun gerekse yeni 6102 sayılı Kanun gereği, şirketlerin sermayesini kaybetmesi çok ciddi sonuçlar doğurmaktadır. Şirket bilançolarını iyileştirmek, özkaynak yapısını pozitife çevirmek ve ticaret siciline sermaye artışı için başvurmadan özkaynak yapısının hukuken sermaye artışı yapabilecek bir hale getirilmesi amacıyla uygulamada sermaye avansı, sermaye tamamlama fonu, zarar telafi fonu gibi adlar altında uygulamalar geliştirilmiştir. Uygulamada "makul bir süre" içinde tescilli sermayeye dönüşen bu tutarların vergisel açıdan eleştirilmemesi gerektiği görüşü yaygındır, ancak yasal mevzuatımızda sermaye avansı uygulamasına dair bir düzenleme bulunmadığı için bu gibi uygulamalar bazı vergi incelemelerinde ticari kazanca dahil edilmesi ve/veya transfer fiyatlandırması ve örtülü sermaye mevzuatı açısından tenkit edilmektedir.

Çalışmamızda uygulamada karşılaştığımız sorunlara dair görüşlerimize ve önerimize yer vereceğiz.

2.Sermaye Avansı Sermaye Tamamlama Zarar Telafi Fonu Nedir?

Uygulamada sermaye avansı, sermaye tamamlama fonu, zarar telafi fonu ve benzeri isimler altında uygulamalar ile karşılaşılmaktadır. Ortaklar ileride yapılacak sermaye artışına karşılık şirkete bugünden para koymaktadır ve bu para da bilançoda özkaynaklar hesap sınıfı altında ayrı bir hesaba kaydedilmektedir. İleride sermaye artışı tescil edildiğinde de sermaye taahhüt hesapları bu sermaye avansı hesabı ile kapatılmaktadır. Bu işlem bazı şirketlerde birkaç hafta ya da birkaç ay içinde tamamlanabilmekte, bazı şirketlerin bilançosunda ise sermaye avansı olarak verilen bu tutarlar yıllarca bekleyebilmektedir. İşte bu noktada vergi incelemelerinde yapılan en temel eleştiri bu hesabın alan şirket açısından artık bir borç, veren şirket açısından ise artık bir alacağa dönüştüğü şeklinde olmaktadır.

3.Yasal Mevzuatta Sermaye Avansı Uygulamasının Yeri

Gerek vergi mevzuatımızda gerekse ticaret mevzuatımızda (eski ve yeni Türk Ticaret Kanunu) sermaye avansı (ya da zarar telafi fonu, sermaye tamamlama fonu... vb.) adı altında bir düzenleme bulunmamaktadır. Bununla birlikte sermaye avansı uygulaması ticaret ve muhasebe hayatının bir gerçeği olup, özelgeler ve yargı kararlarında lafzen yerini almıştır.

Zarar telafi fonlarının şirketlere konulmasına ilişkin hükümlerin mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 324, 392 ve 436'ncı maddelerinde, 6102 sayılı yeni Türk Ticaret Kanununun da 376, 377, 421, 456, 457, 462 ve diğer ilgili maddelerinde ayrıntıları ile açıklandığı ifade edilmektedir. Ancak bu maddelere baktığımızda yer verilen kavramın "sermayenin tamamlanması" olduğunu görmekteyiz. Sermayenin tamamlanmasından bizim anladığımız, gerekli yasal prosedürlerin yerine getirilmesi suretiyle şirketin tescilli sermayesinin arttırılmasıdır. Bir diğer söyleyişle, kesin (geri talep edilmeyecek şekilde) ve hukuki (pay senetleri bastırılmış, pay defterine gerekli kayıtlar yapılmış) bir şekilde şirkete sermaye sağlanmasıdır.

Literatürde bazı yazarlar aşağıda yer vereceğimiz çeşitli eski düzenlemelere atıf yapmak suretiyle ve bu işleme dair sermaye avansını veren ve alan şirketlerin yönetim kurullarının karar alması şartıyla, para transferine dair dekontta açıkça sermaye avansı ibaresine yer verilmesi ve yaklaşık bir yıl içinde sermayeye eklenmesi halinde sermaye avansı veya benzer adlar altında işlemler yapılabileceğini, bu işlemlerin vergisel açıdan eleştirilemeyeceğini düşünmektedir.

• 17.06.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu ile yürürlükten kalkan 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu'na bağlı olarak yayınlanan Yabancı Sermaye Çerçeve Kararı'nda; "Sermaye artırım avanslarının, döviz hesabına alacak kaydedildiği tarihten itibaren bir yıl içinde sermaye olarak tescil edilmesi zorunludur" hükmü,
• TC Merkez Bankası Kambiyo Mevzuatı Müdürlüğü'nün, 02.01.2002 tarih ve 2002/YB-1 sayılı genelgesinde yer alan, "Mevcut bir şirkete yabancı sermaye artış bedeli veya sermaye avansı olarak gelen bedellerin, Türk Lirası mevduat veya döviz tevdiat hesabına alacak kaydedildiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde sermaye olarak tescil edilmemesi halinde; şirket tarafından kullanılıp kullanılmadığına bakılmaksızın, yurtdışından sağlanan kredi olarak nitelendirilmesi ve ilgili mevzuatın genel hükümleri çerçevesinde işlem görmesi; kredi kullanım tarihi olarak bu bedellerin Türk Lirası mevduat veya döviz tevdiat hesabına alacak kaydedildiği tarihin esas alınması," hükmü, (aşağıdaki genelge ile bu genelge yürürlükten kaldırılmıştır)

• Hazine Müsteşarlığı tarafından 10 Ocak 2008 tarihli olarak yayımlanan Genel Yazıya istinaden değişen ve 21 Şubat 2008 tarihinden itibaren hükümleri geçerli olan 21.02.2008 tarih ve 2008/YB-5 sayılı TCMB Genelgesinde yer "Yabancı sermayeli mevcut bir şirkete yurt dışındaki yabancı ortak tarafından gönderilen sermaye artış veya sermaye avansı bedelinin, Türk Lirası mevduat veya döviz tevdiat hesabına alacak kaydedildiği tarihten itibaren tescil edileceği tarihe kadar sermaye avansı veya sermaye artışı bedeli olarak takip edilmeye devam edilmesi; sermaye bedelinin firma tarafından yurt dışına geri ödenmesi için bankaya müracaat edildiği tarihte krediye dönüştürülmesi ve krediye ilişkin anapara ve faiz geri ödemesinin şirket tarafından yapılacak yazılı beyana istinaden gerçekleştirilmesi," hükmü.

4.Vergi İdaresinin Sermaye Avansı Uygulamasına Yaklaşımı

Diğer taraftan Vergi İdaresi, vergi mevzuatında sermaye avansı ya da benzer adlar altında bir düzenleme olmaması ve GVK'nun 38. maddesinde yer verilen "bilanço esasında ticari kazancın tespiti" hükümleri kapsamında, öz sermayenin hesap dönemi sonunda ve başındaki değerleri arasındaki müspet farkı ticari kazanç olarak kabul etmekte ve hesap dönemi sonu itibariyle Türk Ticaret Kanununun sermaye artışına ilişkin prosedürleri yerine getirilmeyerek söz konusu tutarların bilançoda aynen kalması halinde bu tutarların vergiye tabi kazanca ilave edilmesi gerekliliği yorumunu yapmaktadır.

GVK Madde 38'de yer alan, işletme sahiplerince işletmeye eklenen değerlerin dönem sonu ve dönem başı müspet özsermaye farkından indirileceği hükmü, işletme sahiplerince işletmeye eklenen (verilen) her türlü para olarak anlaşılmamalıdır.


Çünkü bu karşılaştırma özkaynak kalemleri arasında yapılacaktır ve işletme sahiplerince işletmeye borç para da verilebilir. Kanun maddesinde kastedilen işletme sahiplerince işletmeye özkaynak olarak (örneğin: sermaye artışı) bir değerin eklenmesidir. İşte sermaye avansına dair yasal mevzuatımızda doğrudan herhangi bir düzenleme bulunmaması da bu konuda tereddütler yaratmakta, farklı yorumlara yol açmakta ve vergi idaresi açısından da tabiri caiz ise "matrah farkı için her yol mubah" anlayışı içinde söz konusu tutarlar yıl sonu bilançosunda halen kayıtlı ise (sermaye artışı prosedürleri yerine getirip tescilli sermayeye dönüşmediyse) GVK Madde 38 kapsamında ticari kazanç olarak kabul edilmektedir.
Sermaye avansı hakkında Vergi İdaresi tarafından verilmiş en güncel özelge örneği aşağıdaki gibidir (01.06.2012 tarih ve B.07.1.GİB.4.06.16.01-125[30-12/5] -626 sayılı özelge):

"31.12.2008 tarih ve 689 sayılı dilekçenizin incelenmesi neticesinde;
- Şirketinizin, 1.000.000.- TL sermayesi olan bir anonim şirketin % 30 oranında pay ile kurucu ortaklarından olduğu, iştirak olunan şirketin devamlı zarar etmesi sonucu sermayesini kaybettiği, şirketiniz tarafından alınan 13.05. 2008 tarihli olağan genel kurul kararı ve 02.06.2008 tarihli olağanüstü genel kurul kararı ile şirket ortaklarınca sermaye tamamlama fonu oluşturulmasının oy birliği ile kabul edildiği, şirketiniz payına düşen 1.081.455,82 TL tutarındaki sermaye tamamlama fonu bedelinin iştirak edilen şirkete ödendiği, iştirak edilen şirketin ödenen sermaye tamamlama fonu bedellerini geçmiş yıl zararlarına mahsup ederek herhangi bir sermaye artırımı yapmadığı belirtilerek,
- İştirakçisi olduğunuz şirkete ödediğiniz sermaye tamamlama fonu bedelinin, iştirakler hesabına mı yoksa dönem zararı hesabına mı kayıt edileceği,
- İştirak edilen şirketin hisselerinin daha düşük bedelle başka bir kuruluşa devir edilmesi durumunda ortaya çıkan zararın, sermaye tamamlama fonuna ödenen tutar da dikkate alınarak ne şekilde hesaplanacağı
hususlarında görüş talep ettiğiniz anlaşılmıştır.
5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 6'ncı maddesinde kurumlar vergisinin, mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safi kurum kazancı üzerinden hesaplanacağı ve safi kurum kazancının tespitinde Gelir Vergisi Kanununun ticari kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Bu hüküm uyarınca tespit edilecek kurum kazancından Kurumlar Vergisi Kanununun 8'inci maddesi ile Gelir Vergisi Kanununun 40'ıncı maddesinde sayılan giderlerin indirilebilmesi mümkün bulunmaktadır.

Kurumlar Vergisi Kanununun 9'uncu maddesiyle her yıla ilişkin tutarlar ayrı ayrı gösterilmek ve beş yıldan fazla nakledilmemek koşuluyla geçmiş yılların beyannamesinde yer alan zararların kurumlar vergisi matrahının tespitinde, kurumlar vergisi beyannamesi üzerinde ayrıca gösterilmek üzere kurum kazancından indirilebileceği hüküm altına alınmıştır.

6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun; 466-469'uncu maddelerinde, yedek akçelere ilişkin hükümlere yer verilmiş olup şirketlerin mecburi veya ihtiyari olarak ayırabileceği yedeklerin neler olduğu, bu yedeklerin şirketin kârından ayrılması gerektiği açıkça belirlenmiş olup Türk Ticaret Kanununda zarar telafisi fonu ile ilgili bir düzenleme bulunmadığı gibi bu ad altında yurt dışından gelen paraların yedek akçe olarak kabul edileceğine dair bir hüküm de bulunmamaktadır.

Aynı Kanunun; 385-390'ıncı maddelerinde esas mukavelenin değiştirilmesine ilişkin hükümler, 391-395'inci maddelerinde esas sermayenin artırılmasına ilişkin hükümler ve 396-398'inci maddelerinde de esas sermayenin azaltılmasına ilişkin hükümler düzenlenmiştir. Dolayısıyla esas sermayenin artırım ve azaltım işlemlerinin bu hükümlere göre yapılacağı açıktır.

Bu çerçevede, sermaye tamamlama fonu adı altında ödenen tutarlar, kurucu ortağı olduğunuz iştirakiniz tarafından Türk Ticaret Kanunu hükümleri kapsamında sermayeye ilave edilmediğinden, söz konusu tutarların iştiraklerin maliyet bedeline eklenmesi de mümkün değildir. Sermaye tamamlama fonunun ödendiği iştirakin ise söz konusu tutarların sermayeye ilave edilmemesi ve vergi mevzuatında bir istisna hükmü bulunmaması nedeniyle, bu tutarları kurum kazancına dâhil etmesi gerekmektedir.

Ayrıca, şirketiniz tarafından sermaye tamamlama fonu adı altında iştirakinize ödenen tutarlar, Gelir Vergisi Kanununun 40'ıncı ve Kurumlar Vergisi Kanununun 8'inci maddesinde sayılan giderler kapsamına da girmediğinden, gider yazılması veya zarar olarak dikkate alınması mümkün bulunmamaktadır.

Öte yandan, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 5'inci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde kurumların, en az iki tam yıl süreyle aktiflerinde yer alan taşınmazlar ve iştirak hisseleri ile aynı süreyle sahip oldukları kurucu senetleri, intifa senetleri ve rüçhan haklarının satışından doğan kazançların % 75'lik kısmının istisna olduğu hükme bağlanmıştır.

Aynı maddenin üçüncü fıkrasında da iştirak hisseleri alımıyla ilgili finansman giderleri hariç olmak üzere, kurumların kurumlar vergisinden istisna edilen kazançlarına ilişkin giderlerinin veya istisna kapsamındaki faaliyetlerinden doğan zararlarının, istisna dışı kurum kazancından indirilmesinin kabul edilmediği belirtilmiştir.

Bu çerçevede, iştirak hisseleri satışından; kazanç doğması ve maddede belirtilen şartların varlığı halinde satıştan doğan kazancın % 75'inin istisnaya konu edilmesi mümkün olup zarar doğması halinde ise bu zararın % 75'inin kurum kazancından indirilebilmesi mümkün bulunmamaktadır.

Ayrıca, iştirak hissesi satışının ilişkili kişilere yapılması durumunda da satış bedelinin, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 13'üncü maddesine göre emsallere uygunluk ilkesine uygun tespit edilmesi gerekeceği tabiidir.
Bilgi edinilmesini rica ederim."

Görüldüğü üzere, söz konusu sermaye tamamlama fonu iştirak tarafından hesap dönemi içinde sermaye artışına dair prosedürler yerine getirilmek suretiyle tescilli sermayeye dönüştürülmediği için Vergi İdaresi bu tutarı ticari kazanç olarak görmektedir. Bu özelgenin tartışmaya açık diğer yanları da (Örneğin: İştirak hissesi satış zararının vergisel açıdan kabul edilmemesi, söz konusu tutarın zararlar ile kapatılması karşılığında ortak şirketin bunu gider yazamaması gibi) bulunmakla birlikte konumuz açısından en can alıcı nokta GVK Madde 38 açısından Vergi İdaresinin uygulamaya bakış açısıdır.
Bu anlayışı çok yanlış bulduğumuzu ifade etmeliyiz. Türk Ticaret Kanunu gereği sermayesini yitirmiş bir şirketin ticari faaliyetlerine son vererek fesholması gerekmektedir. Şirket ortaklarının en temel vazifesi şirketin devamlılığını sağlamak ve bu amaçla gerekirse şirkete fon temin etmektir.

Elbette burada Türk Ticaret Kanunu açısından tamamlanması gereken fon özkaynak mahiyetinde olmak zorundadır. Aksi bir anlayış, bir diğer söyleyişle ileride şirketin durumu düzeldiğinde geri almak amacıyla borç verilmesi ama bu borcun muhasebe tekniği açısından yabancı kaynaklar içinde ortaklara borçlar hesabı yerine özkaynak hesapları içinde gösterilmesi her türlü haklı eleştiriye açıktır. Her şeyin başında, sermayesini yitirmiş şirket örtülü sermaye kapsamına girmektedir.

Özsermayesi negatif olduğu için ilişkili kişilerden yapılan her türlü borçlanma örtülü sermaye kapsamındadır ve bu borçlar için tahakkuk edecek faiz giderleri ile kur farkı giderleri kanunen kabul edilmeyen gider olacaktır. Sağlanan borçlar için ortaklarca faiz istenmemesi, kur farkı tahakkuk ettirilmemesi bu işlemin özünü değiştirmeyecektir.

Diğer bir senaryo ise, ilişkili kişiler sermaye avansı olarak verdikleri paraya faiz istemeyebilir, kur farkı tahakkuk ettirmeyebilir, ancak diğer alacakları için faiz alıyorlarsa veya kur farkı gideri oluşuyorsa, bu durumda sermaye avansının özkaynak olarak değerlendirilmesi ve toplam özkaynakların üç katına kadar olan borçlar için örtülü sermaye mevzuatının gereklerinin yerine getirilmemesi vergisel risk doğuracaktır.

Sermaye avansının GVK Madde 38 kapsamında ticari kazanca dahil edilmesine karşıyız ve mantıklı bulmuyoruz, ancak örtülü sermaye incelemeleri açısından yapılacak eleştirileri ise haklı bulduğumuzu ifade etmek isteriz. 1 Seri No.lu KVK Genel Tebliği'nde, örtülü sermaye tutarının ifade edildiği kısımda "Avanslar hangi amaçla verilirse verilsin işletmeye finansman imkanı sağladığı açıktır. Dolayısıyla, alınan avanslar da işletme bakımından alınan borç olarak değerlendirilecek ve örtülü sermaye hesaplamasında dikkate alınacaktır." açıklamasına yer verilmiştir.

5.6102 Sayılı Yeni Türk Ticaret Kanununda Sermaye Avansı veya Benzeri Bir Uygulama Var mıdır?

6102 sayılı Yeni Türk Ticaret Kanunu'nda zımnen de olsa sermaye avansı, sermaye tamamlama fonu, zarar telafi fonu gibi uygulamalara imkan verebilecek bazı maddeler olduğu düşüncesindeyiz.
"Madde 421/(2) Aşağıdaki esas sözleşme değişikliği kararları, sermayenin tümünü oluşturan payların sahiplerinin veya temsilcilerinin oybirliğiyle alınır:
a) Bilanço zararlarının kapatılması için yükümlülük ve ikincil yükümlülük koyan kararlar.
Madde 457/(2) b) İç kaynaklardan yapılan sermaye artırımının hangi kaynaklardan karşılandığı, bu kaynakların gerçekliği ve şirket malvarlığı içinde varoldukları konusunda garanti verilir.
Madde 462- (1) Esas sözleşme veya genel kurul kararıyla ayrılmış ve belirli bir amaca özgülenmemiş yedek akçeler ile kanuni yedek akçelerin serbestçe kullanılabilen kısımları ve mevzuatın bilançoya konulmasına ve sermayeye eklenmesine izin verdiği fonlar sermayeye dönüştürülerek sermaye iç kaynaklardan artırılabilir."
Görüldüğü üzere Kanun "bilanço zararlarının kapatılması" için Genel Kurul'un ortaklara yükümlülük koyabileceğini hüküm altına almıştır. Ancak bu yükümlülüklerin neler olabileceği Kanun metninde açıkça yazmamaktadır. Diğer bir söyleyişle 6102 sayılı Kanunda sermaye avansı, sermaye tamamlama fonu, zarar telafi fonu veya benzeri isim altında bir düzenleme lafzen yer almamaktadır.

6.Özellikli Bazı Durumlar

6.1. Sermaye tamamlama fonunun ortağın şirketten olan alacağının özkaynaklara devri ile oluşturulması
Bazı şirketlerde sermaye tamamlama fonunun şirket ortağının alacağından vazgeçmesi ve bu tutarın pasifte yabancı kaynaklardan çıkarılarak özkaynaklar içinde ayrı bir hesaba alınması şeklinde oluşturulduğu görülmektedir. Yukarıda ilgili bölümlerde de ifade ettiğimiz üzere, sermaye tamamlama fonu, zarar telafi fonu uygulaması gerek Türk Ticaret Kanununda gerekse vergi mevzuatında açıkça düzenlenmemiştir. Bu nedenle olası bir vergi incelemesinde söz konusu tutar üç yılı aşan bir süredir bilançoda kaldıysa bu işlem VUK Madde 324 kapsamında vazgeçilen alacak olarak değerlendirilebilecektir. Bu durumda işlem kaydının yapıldığı yıl birinci yıl sayılmak suretiyle üçüncü yılsonunda bu tutar halen bilançoda kalmışsa, bu yıla ait vergiye tabi kazanca eklenerek matrah farkı bulunabilecektir.

Sermaye tamamlama fonu ortağın şirketten olan alacağından vazgeçmesi suretiyle oluşturulacaksa, bu işleme dair yönetim kurulu karar metninin titizlikle oluşturulması gerekmektedir. Karar metninde söz konusu ortak alacağının sermayeye ilave edilmek amacıyla, ileride yapılacak sermaye artırımında ortağın sermaye taahhüdü borcuna mahsuben kullanılacağı açıkça yazılmalıdır. Karar metninde sadece ortağın alacağından vazgeçtiği yazılı ve sermaye artırımına ilişkin bilgi verilmezse olası bir incelemede, bu tutar daha sonra sermayeye ilave edilmiş olsa dahi, özünde VUK Madde 324 kapsamında vazgeçilen alacak olduğu, bu madde kapsamında kanunun izin verdiği tek işlemin zararla mahsup olduğu, zararla mahsup edilmediği durumda üçüncü yıl sonunda her ne olursa olsun dönem kazancına dahil edilmesi gerektiği iddiasında bulunulabilir.

6.2. Sermaye avansı bir yıldan uzun süredir bilançoda kaldıysa örtülü sermaye ve transfer fiyatlandırması mevzuatı devreye girecektir

Yukarıda ilgili bölümde de açıkladığımız üzere, GVK Madde 38 açısından yapılacak yaklaşımı işlemin özü itibariyle hatalı buluyoruz; çünkü ortak tarafından verilen bu para bir kazanç değildir. Ticari faaliyet sonucunda bilançoda özkaynak artışına yol açmamıştır.

Ancak, bu para sermaye artışı için verilmiştir. Bugün ortalama bir sermaye artışı işlemi (ortakların yurt dışında olduğunu ve imza toplama sürecinin uzun olacağını varsaysak dahi) "eğer niyet gerçekten bir an önce sermaye artışı yapmak ise" en fazla 3-4 ay sürecektir. Bilançoda bir yıl ve daha uzun süre boyunca kalan sermaye avansı bizce de bu parayı alan şirket için artık borç, veren şirket için de artık alacak vasfına dönüşecektir. Bu durumda parayı kullandıran şirket transfer fiyatlandırması açısından faizsiz para kullandırılması nedeniyle eleştirilebilecek ve matrah farkı uygulanabilecektir. Parayı kullanan şirket açısından ise bu tutar özkaynak hesapları içinden çıkarılarak yabancı kaynaklar içinde değerlendirilecektir.

6.3. Faaliyetleri gereği sürekli zarar eden şirketler

Bazı şirketler vardır ki faaliyetleri gereği sürekli zarar etmektedirler. Bunun çeşitli nedenleri olabilir.

Örneğin: Ana şirket başka bir şehirdedir veya ülkededir ancak yavru şirketin (iştirakin) faaliyet gösterdiği şehirde, ülkede bulunması pazarlama stratejileri açısından hayati öneme sahiptir. Zarar etme pahasına da olsa bu pazarda yerini alması gerekmektedir. Buna bağlı olarak yavru şirket (iştirak) pazarda yer elde etmek ve bunu devam ettirmek için zararına satışlar yapabiliyor olabilir, ya da pazar payı az olduğu için satışları düşüktür ancak pazarlama giderleri ve genel idare giderleri nedeniyle brüt satış karlılığı olsa dahi faaliyet zararı elde ediyordur.

Bir diğer örnek ise: Abonelik esasına dayalı olarak elektronik sistemler satan bir şirket olsun. Şirket müşteri sayısını arttırdıkça zarar etmektedir. Biraz daha açacak olursak, bir müşteri elde etmek için yapılması gereken sabit giderler toplamı ortalama 1.000 TL'dir. Ancak bu müşteriye satılan sistemin yıllık abonelik geliri 500 TL'dir. Dolayısıyla bir müşteriden ancak üçüncü yıldan itibaren kâr elde edilmeye başlanmaktadır; müşterinin kaybedilmediği varsayımıyla.

Ancak şirketin pazar payı çok yüksektir, piyasa değeri-hisse değeri müşteri sayısı ve pazar payı arttıkça artmaktadır. Nakit açıdan sıkıntısı yoktur ancak bilançoda sürekli zarar oluşmaktadır. Bu işletme bugün itibariyle yeni abone alımını kesse ortalama 2 yıl sonra kâra geçecek ve sonrasında da sürekli bilançosuna kâr yazacaktır.

İşte bu gibi şirketlerde Türk Ticaret Kanununun "sermayenin kaybı halinde şirketin fesholması zorunluluğu" ile vergi mevzuatının "transfer fiyatlandırması ve örtülü sermaye" hükümleri çıkmazlar yaratmaktadır. İlk örneğimizde her ne kadar ayrı bir şirket, ayrı bir tüzel kişi olsa da netice itibariyle esas şirket ana şirkettir.

İkinci örneğimizde ise şirketin finansal açıdan devamlılık / sürdürülebilirlik riski bulunmamaktadır. Ancak sonuçta her biri ayrı bir kişilik (tüzel kişi) ve ayrı bir vergi mükellefidir. Mevcut durumda her iki şirket de Türk Ticaret Kanunu'nun ve vergi mevzuatının lafzına uymak zorundadır. Ancak bunlar da ticari yaşamın gerçekleridir. Türk Ticaret Kanununda bu gibi örnekler için çıkış yolu olabilecek düzenlemelere yer verilmesi gerekmektedir. Vergi mevzuatında da yapılacak bu düzenlemelere paralel bir şekilde uygulama yönlendirilmelidir.

7.Sonuç
Ticaret ve muhasebe yaşamının artık kanıksanmış bir uygulaması olan sermaye avansı, zarar telafi fonu, sermaye tamamlama fonu ve benzeri adlar altında uygulamaların yasal mevzuatımızda artık doğrudan ve kalıcı bir şekilde düzenlenmesi ihtiyaçtır.

Bu düzenlemenin yeri ise öncelikle Türk Ticaret Kanunudur. Yeni Türk Ticaret Kanununda halen değişiklikler yapılırken, sermaye avansı/zarar telafi fonu mevzusunun da "kötü kullanıma yol açmayacak şekilde" (Örneğin: sermaye tamamlama fonu olarak bilançoya alınan değerin kayıt tarihinden itibaren en geç altı ay içinde tescilli sermayeye dönüştürülmesi şartı konularak, sermaye tamamlama fonu adı altındaki tutarların yıllarca bilançolarda kalması önlenmek suretiyle) düzenlenmesi faydalı olacaktır.

Devamında ise Vergi İdaresinin Türk Ticaret Kanununda yapılacak bu düzenlemeye uygun şekilde bir sirküler ya da genel tebliğ yayınlaması ve vergi uygulamalarına yön vermesi tüm tereddütleri ve uyuşmazlıkları sonlandıracak; bu amaçla tekdüzen hesap planında 5 no.lu özkaynaklar hesap sınıfına ana hesap düzeyinde bir hesap eklenmesi de isabetli bir düzenleme olacaktır kanaatindeyiz.

Mevcut durumda ise, bilançolarında sermaye tamamlama fonu, zarar telafi fonu gibi tutarlar bulunan şirketlerin yılsonu gelmeden önce bu tutarları tescilli sermayeye dönüştürmesi olası birçok sakıncayı ve haksız tenkidi önleyebilir.
 
Karar metninde sadece ortağın alacağından vazgeçtiği yazılı ve sermaye artırımına ilişkin bilgi verilmezse olası bir incelemede, bu tutar daha sonra sermayeye ilave edilmiş olsa dahi, özünde VUK Madde 324 kapsamında vazgeçilen alacak olduğu, bu madde kapsamında kanunun izin verdiği tek işlemin zararla mahsup olduğu, zararla mahsup edilmediği durumda üçüncü yıl sonunda her ne olursa olsun dönem kazancına dahil edilmesi gerektiği iddiasında bulunulabilir.

Yukarıdaki alıntıda belirtildiği şekilde zaten 331 deki hesabı zarar telafi fonuna virmanlayıp, aynı gün içerisinde geçmiş yıl zararları ile kapatmayı planlıyorum. Sanırım o zaman sorun kalmıyor
 
Bu soru üzerine nette biraz araştırma yaparak, halka açık şirketlerin eş zamanlı olarak (aynı anda) sermaye azaltımı ve artırımı işlemi yaptıklarını gördüm. Bu işlemi, sürekli zarar eden şirketler yapıyor. Atıyorum sermayesi 100.000 TL. Geçmiş yıl zararı 50.000 TL. Burada önce sermayeyi 50.000 TL.ye düşürüyorlar düşürdükleri kısmı da geçmiş yıl zararlarının kapatılmasında kullanıyorlar. Aynı anda da sermayeyi 50.000 TL. Nakit artırarak tekrar 100.000 TL.ye çıkarıyorlar. Böylece şirkete nakit 50.000 TL.sıcak para girişi oluyor. Tabi bu kağıt üzerindeki bilgiler, bugüne kadar yapmadım, pratikteki uygulamasını da bilmiyorum. Öğrenmekte fayda var.
 
Ltd.Şirketler için Yeni TTK'nın aşağıdaki maddelerini de inceleyebilirsiniz. Sonuçta yasal mevzuata uyulacağına göre zarar telafi fonuna nazaran vergisel anlamda eleştiri konusu yapılamayacak bir yöntem, ne dersiniz.

Ayrıca konuya ilişkin Mali Çözümde yayınlanmış makale linkide aşağıdadır
http://archive.ismmmo.org.tr/docs/malicozum/113malicozum/7_mustafa_yavuz.pdf

D) Ek ödeme ve yan edim yükümlülükleri

I - Ek ödeme yükümlülüğü
1. Kural
MADDE 603- (1) Ortaklar şirket sözleşmesiyle, esas sermaye payı bedeli dışında ek ödeme ile de yükümlü tutulabilirler. Ortaklardan bu yükümlülüğün yerine getirilmesi ancak,
a) Şirket esas sermayesi ile kanuni yedek akçeler toplamının şirketin zararını karşılayamaması,
b) Şirketin bu ek araçlar olmaksızın işlerine gereği gibi devamının mümkün olmaması,
c) Şirket sözleşmesinde tanımlanan ve özkaynak ihtiyacı doğuran diğer bir hâlin gerçekleşmiş bulunması,
hâllerinde istenebilir.
(2) İflasın açılması ile ek ödeme yükümlülüğü muaccel olur.
(3) Ek ödeme yükümlülüğü şirket sözleşmesinde ancak esas sermaye payını esas alan belirli bir tutar olarak öngörülebilir. Bu tutar esas sermaye payının itibarî değerinin iki katını aşamaz.
(4) Her ortak, sadece kendi esas sermaye payına düşen ek ödemeyi yerine getirmekle yükümlüdür.
(5) Şartlar gerçekleşmişse, ek ödemeler müdürler tarafından istenir.
(6) Ek ödeme yükümlülüğünün azaltılması veya kaldırılması ancak esas sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının zararları tamamen karşılaması hâlinde mümkündür. Ek ödeme yükümlülüğünün azaltılmasına veya kaldırılmasına esas sermayenin azaltılması hakkındaki hükümler kıyas yoluyla uygulanır.
2. Yükümlülüğün sürmesi
MADDE 604- (1) Şirket, ortağın şirketten ayrılmasının tescil edildiği tarihten itibaren iki yıl içinde iflas etmiş ise bu eski ortaktan da ek ödeme yükümlülüğünü yerine getirmesi istenir.
(2) Ek ödeme yükümlülüğü, halef tarafından yerine getirilmemişse, ortağın sorumluluğu, yükümlülüğü gerçekleştiği tarihte ortağa karşı ileri sürülebileceği ölçüde devam eder.
3. Geri ödeme
MADDE 605- (1) Yerine getirilen ek ödeme yükümlülüğünün kısmen veya tamamen geri verilebilmesi için ek ödemeye ilişkin tutarın, serbestçe kullanılabilecek yedek akçeler ile fonlardan karşılanabilir olması (…) [SUP](1)[/SUP] şarttır. [SUP](1)[/SUP]
II - Yan edim yükümlülüğü
MADDE 606- (1) Şirket sözleşmesiyle, şirketin işletme konusunun gerçekleşmesine hizmet edebilecek yan edim yükümlülükleri öngörülebilir.
(2) Bir esas sermaye payına bağlı yan edim yükümlülüklerinin konusu, kapsamı, koşulları ve diğer önemli noktalar şirket sözleşmesinde belirtilir. Ayrıntıyı gerektiren konular genel kurul düzenlemesine bırakılabilir.
(3) Şirket sözleşmesinde açıkça belirtilmiş bir karşılığı veya uygun bir karşılığı bulunmayan ve özkaynak ihtiyacını karşılamaya hizmet eden nakdî ve ayni edim yükümlülükleri, ek ödeme yükümlülüğüne ilişkin hükümlere tâbîdir.
–––––––––––––––––
(1) 26/6/2012 tarihli ve 6335 sayılı Kanunun 41 inci maddesiyle, bu fıkrada yer alan “ve bu durumun işlem denetçisi tarafından doğrulanmış bulunması” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.

11115

III - Sonradan öngörülme
MADDE 607- (1) Şirket sözleşmesini değiştirip, ek ya da yan edim yükümlülükleri öngören veya mevcut yükümlülükleri artıran genel kurul kararları, ancak ilgili tüm ortakların onayıyla alınabilir.
 
Üst