İdealimiz ve Geleceğimiz..

SEMİZOGLU

Katkı Sunan Üye
Üyelik
31 May 2005
Mesajlar
121
Konum
SAMSUN
.......

Daha dün gibi.. Sekiz yaşındaydım. Sevilen ve iltifat gören bir çocuktum. Ama bir o kadar da içine kapanık. Öğretmenlerim, sosyal bir çocuk olmam için elinden geleni yapıyorlardı. Bir dönem sınıf başkanı, bir dönem kolluk görevi, ama nafile. Açılmıyor işte açılamıyordu.. Neden mi? Belki de fikren güçlü değildim. Yada güçlü birinin sevgisi ve ilgisini yanımda bulamıyordum. Buna rağmen ideallerimiz hep yüksekti. Hep doktor olmayı isterdim. Bir dönem avukat, bir dönem de kaymakam olmaktı idealim. Hiç değişmeyen tek idealim de harp okulu mezunu olmaktı. Bu amaçla hiç girmediğim deniz lisesi sınavlarına bile kayıt yaptırmıştım. İdeallerimin hep tersine hareket etmişim yıllarca. Doktor olmak için Ticaret Lisesine, Avukat olmak için Muhasebe Meslek Yüksekokuluna kaydolmuştum. Ama buna rağmen idealimde değişiklik olmamış, tekrar girdiğim üniversite sınavında sosyal ve sayısal ağırlıklı soruları bile cevaplamıştım. Sonuç mu? Amansız bir hastalığa direnen hasta misali... Ya da kuvvetli esen rüzgara meydan okuyan saz gibi küskün.. Hayata mı? Yok hayır.. Kendime küsüm. Yıllarca ideallerime meydan okuduğumdan.. (1)

Sevgiyle ve sağlıcakla kalın,

-------
1- (Olmayan) İdealimiz ve Geleceğimiz Kitabı, Sayfa 31, Yaşam Yayınları, 2005 1.Bask.
 
Merhabalar...

Sayın Semizoğlu, hüzünlendik biraz... Mesajınıza istinaden bende Can Dündar'ın bu yazısını kopyalama gereği duydum.. Umarım mesajınızın bütünlüğünü bozmuyordur... Görüşmek üzere...


Hayat ve Ben

Otuzbeşime bastım geçen hafta... İlk yarı bitti: Hayat:1... Ben:0...

Ama belliydi böyle olacağı... Nicedir başlamıştı belirtiler: Yolda çocuklar "Amca şu topu atıversene" diye seslendiklerinde kuşkulanmıştım ilkin... Sonra saçlarımdaki beyaz teller tescilledi yarı yolun ufukta göründüğünü... Baktım, lise fotoğraflarım sararmıs, sınıf arkadaşlarım yaşlanmış. Eş dost sohbetlerinde sağlık ve çocuk konuşulur olmuş, seyahat ve aşk yerine... Gök gibi gürlemeye alışkın müzik setimin ses düğmesini kısar olmuşum, içimdeki uçurtmanın ipini çekercesine... "Bizim zamanımızda" diye başlayan nutuklar atmaya başlamışım mezuniyet törenlerinde-hayret! daha dün değil miydi benimkisi?- Yıllar yılı dudak büktüğüm "ölümden sonra hayat" masallarına kulak kabartmaya başlamışım gizliden gizliye... İple çektiğim Haziranlara sırt çevirmişim.(Haziranda doğmuş) Yaşamın orta sahasına girmişim... İrkilmişim... Ruhumun ikizleri (ikizler burcu) yine çekiştiriyorlar kollarımdan. Biri "Daha ne gördün ki" diyor yüzünde papatyalarla; "Asıl şimdi başlıyor hayat..! Bundan sonrası rahat!" Lakin "Buydu görüp göreceğim" diye efkarlanıyor öteki..."İkinci yarı geçer hızla/yaşlanırsın zamanla..." Yaşı genç olanlar 35'e uzak durduklarını sanarak "sahi oldu mu o kadar? Hiç göstermiyorsun" tesellisindeler... 35'le çoktan tanış olanlarsa "hayat hoşgeldin" pankartlarıyla karşılamadalar...İlk yarı sadece bir ısınmaymış meğer: Asıl ikinci yarıda anlaşılırmış tadı, hayatın... kavganın... aşkın... Bense şaşkın... devre arası bilançolarındayım. Son dönemde, kimbilir kaç kez eski anıyı yaralı ele geçirdim, belleğimin derinliklerinde...? Kimbilir kaç kez kendime yakalandım,kendimden kaçarken... ve sustum vicdan sorgularında... Aksisedamla bile dertleşmedim. Meğer ne yaman serüvenmiş hayat? Bazen yediveren gülleri gibi bereketli... Sanki hayat değil, Körfez krizi mübarek: Bir koyup, beş alıyorsun... Yaşıyor, seviyor ve seviliyorsun... Bazense kitlıktan kırılıyor ortalık... şaşıp kalıyorsun... Oysa-herkes bilmezden gelse de- skoru belli oyunun: 30'larda dedeni ve nineni kaybediyorsun. 40'larında anneni ve babani... ve 70'inde kendini... şimdi devre arası/yolun yarısı... Bugüne dek ancak tanıştık hayatla... Ben ona kendimi tanıttım... O bana kendini... Göğsüme madalya gibi dizdim hatalarımı... Zaferlerim onlar benim... Olgunluğumun yapıtaşları... Ve derin bir yara gibi sakladım başarılarımı... Asansör çıkarken yukarı, dönüp bakmadım aşağı... Dönmesin diye başım... Ben istikballe arkadaşım... Ne var ki herşey yarım... Hayat da yarım, sevdalar da... Daha diyeti ödenmedi sevinçlerin... Ihanetlerin hesabı sorulmadı... Nazım'ın dediği gibi;

Kopardım portakalı dalından
Ama kabuğu soyulmadı
Sevdalara doyulmadı...

"Doydum" diyen görmedim ki ben zaten... Lakin gel de zamana anlat bunu... Sahi nedir bu telaş, bu kin? Sanki ölüye can yetiştireceksin... Baktım ikinci yarı kapıda... Ve hayatın ceza sahası yakın... Doldurdum bir kara kutuya 35 yılın hesabını. Acılar, sancılar bir çekmecede, sevdalar diğerinde... Bir yerde hüzünler ve korkular, bir üstte sevinçler ve zaferler... Kat kat, dizi dizi dizdim kullanılmış takvimlerimi... Sabırla kapattım kutuyu, sevgiyle mühürledim ağzını...

İlk yarı bilançom o benim: Yangında ilk kurtarılacak... kazada ilk açılacak... Yarımlar tam olduğunda kara kutuyu açıp bakanlar teşhis koyacaklar halime... "çok mutlu olmuş, fazla yüksekten uçmuş zavallı" diyecekler, ya da "sebepsiz alçalmış... Bile bile vurmuş kendini dağlara..." Fakat kara kutu ancak bir kısmını söyleyecek hikayenin... Kalanı benimle gelecek... Dağların yamaçlarına savuracağım en mahrem hatıralarımı... Reyhanlar saklayacak sırlarımı... Skoru bir tek Ege'nin suları bilecek... Denize kavuşabilirse eğer içimdeki nehir...

Hayat:0...Ben:1


Can DÜNDAR
 
Merhaba,
Sayın Çağlayan ve Semizoğlu'na bu güzel yazıları paylaştıkları için teşekkür ederim.
 
Üst