fonradar

Mülakatta İnsanı Tanımanın Haritası

mhmt79

Katkı Sunan Üye
Üyelik
2 Mar 2006
Mesajlar
416
Mülakatta İnsanı Tanımanın Haritası

Psikolog / Eğitmen Adalet Güler
13. Ulusal İnsan Yönetimi Kongresi
İnsan Kaynakları Yönetimi’nin her yönüyle tartışıldığı Peryön İnsan Kaynakları Kongresi’nin ilk gün seminerlerinden birinin konuşmacısı Pozitif Performans Enstitüsü’nden Psikolog Adalet Güler idi. Güler, Türkiye’de bireysel ve toplumsal gelişimin sağlanabilmesi için iki temel alanda kalkınmanın sağlanması gerektiğini savunarak konuşmasına başladı: Eğitim kurumları ve eğitmen kadrosunun gelişimi ve kurumsal insan kaynakları yönetiminin gelişimi.
Güler’e göre insanı anlamak ve insan ilişkilerinin dinamiklerini çözmek, hem kurumsal hem de bireysel gelişimin kilit unsurları olarak belirlenmektedir. Kurumlarda insan kaynağının doğru değerlendirilmesi ve doğru işe doğru insanın seçilmesi ise, kişilerin birey olarak istekleri ve ihtiyaçlarının belirlenmesi ile sağlanabilmektedir. İşe alımda kullanılan klasik ölçme ve değerlendirme yöntemlerine (testler, mülakatlar, değerlendirme merkezleri) eşdeğer bir metodolojiyi insan kaynakları profesyonelleri ile paylaşan Güler, kişilerin, şirketlerin ve ulusların bilinçaltı şifrelerinin belirlenmesi ile kişisel ve kurumsal başarıya ulaşılabileceğini belirtti.
Bu metodolojinin özünde her bireyin, her kurumun ve her ulusun birer bilinçaltı şifresi olması yatmaktadır. İnsan kaynakları çalışanlarının da dolayısıyla, önce ulusun sonra çalıştıkları kurumun son olarak da mülakat yaptıkları kişinin bilinçaltı şifresini anlaması gerekmektedir. Peki bilinçaltı şifresi nedir?
Güler’e göre, ilk karşılaşmada karşımızdaki insanı 5 duyumuzla inceliyoruz. Bu duyular 3 temel algı sisteminde toplanıyor ve karşımızdaki kişi ile ilgili bir fikir edinmemizi sağlıyor. Bu sistemlerden ilki olan görsel sistemde kişinin nasıl göründüğü, ne giydiği gibi unsurlar, yargılarımızı yönlendiriyor. Bir diğer sistem olan işitsel sistemde, kişinin ne söylediği, nasıl söylediği, ses tonu gibi unsurlar önem kazanıyor. Son olarak karşımızdaki kişi ile ilgili hislerimiz ve duygularımız, bizi kişi hakkında bir karar vermeye yönlendiriyor. Bu uygulamayı işe alım mülakatları kapsamında açıklayan Güler, kişilerin birbirleri ile ilgili ilk bilinçaltı şifrelerini oluşturmalarını tülden bir perdeye benzetiyor. Her kişinin birbirini algılayışında kullandığı sistemler ve bunların ağırlıkları kişiden kişiye değiştiği için, mülakatta adaylar ile ilgili ilk yanılgı da burada başlamaktadır.
Mülakatlarda doğru işe doğru adayı yerleştirebilmek için ihtiyacımız olan şeyi adayla ilgili ilk bilinçaltı şifresini doğru belirlemek olarak açıklayan Güler’e göre, öncelikle karşımızdaki kişinin görsel mi, işitsel mi yoksa dokunsal mı olduğunu algılamamız gerekiyor. Peki, görselleri, işitselleri ve dokunsalları belirlemek nasıl mümkün olabilir? Adalet Güler, kişileri birbirinden ayıran bu algı sistemlerini şu şekilde tanımlıyor:
Görseller bir ortama girdiklerinde dikkat çekmeleri ile ayrılıyorlar. Görselleri, şık, bakımlı ve parlak kişiler olarak tanımlayan Güler, bu kişilerin hareketli, durağan olmayan işlerde başarılı olabileceklerini belirtiyor. Görseller konuşkan kişiler oldukları, hızlı hareket etmeyi ve dinamik ortamları sevdikleri için satış, pazarlama gibi alanlarda başarılı olma potansiyeli taşıyorlar. Güler’e göre bu tip çalışanların motive edilmeleri ve göze hitap eden, şık ortamlarda çalışmaları gerekiyor.
Dokunsallar ise mülakatın henüz başında koltuğa nasıl oturduğu ile bile ayırt edilebiliyor. Dokunsalları oturduğu yere yerleşmeyi seven, ağır nefes alıp veren ve uzun cümleler ile konuşmayı tercih eden kişiler olarak betimleyen Güler’e göre, dokunsallar masabaşı işlerde başarılı olma potansiyeli taşıyor. Kuralların ve iş tanımının net ve belirli olduğu işlerde ve takım çalışması gerektiren görevlerde severek çalışan dokunsallardan iyi yönetici adayları çıkıyor.
Güler son kategori olan işitsellerin Türkiye’de pek bulunmadığını savunurken, Türkiye toplumunun ilk bilinçaltı şifresini %70 oranında dokunsal olarak tanımladı. Bunun sonucu olarak da bir İnsan Kaynakları çalışanının bir mülakatta karşısına gelecek adayların dokunsal olma ihtimali yüksek olarak karşımıza çıkıyor.
Kişilerin bilinçaltı şifrelerinin çıkarılmasında ikinci modülü Güler beyin loblarının fonksiyonları ile açıkladı. Buna göre, kişilerin beynin hangi loblarını daha çok kullandıkları, onların özelliklerini algılamamızda etkili oluyor. Bu gruptaki kategorileri Güler renkleri kullanarak tanımlıyor. İlk grupta, beynin sol üst lobunu kullanan “mavi”ler yer alıyor. Adalet Güler’in tanımıyla “Maviler az konuşan bilgisayar tipli kişilerdir. Özellikle bayanların feminenlikten uzak, daha erkeksi giyinen, teknik kişiler olduğunu görüyoruz. Bu kişiler, mühendislik, muhasebe gibi alanlara uygun olan kişilerdir”. Dolayısıyla bu tanımdan, “mavi” olarak belirtilen adayları değerlendirirken, rakamlarla uğraşılması gereken, teknik ve analitik işlere daha uygun olacaklarını çıkarıyoruz.
Beynin sol alt lobunu ağırlıklı olan kişileri Güler, “yeşil”ler olarak tanımlıyor. Güler’e göre şirkete yönetici seçilmesi söz konusu ise, yeşillerin tercih edilmesi gerekiyor. Çünkü bu kişiler, problem odaklı ve garantili düşünme becerisine sahip oluyor. Doktorlar, hukukçular, siyasetle uğraşan kişilerin yeşillerden oluştuğunu savunan Güler, insan kaynakları profesyonellerinin de yeşil baskını olan kişilerden oluştuğunu belirtiyor.
Bir diğer grupta, beynin sağ üst köşesini kullanan “sarı” lar yer alıyor. Güler’e göre bu kişileri, marjinal, sıradanlıktan uzak tarzları ve “uçuk kaçık” giyimleri ile belirleyebiliyoruz. Bu kişiler genelde toplum normlarından uzak, aykırı ve sanatçı ruhlu kişiler olarak tanımlanıyor. Reklamcılık, sanatın dalları bu kişilerin mutlu olarak çalışacakları ve başarılı olacakları alanlar olarak belirtiliyor. Güler bu kategoriye Cem Yılmaz’ı örnek olarak gösteriyor. Ayrıca sarılar, diğer kategorilerde yer alan özelliklerle birleştiğinde bazı meslek gruplarında da başarılı olabiliyor. Örneğin, halkla ilişkilerde başarılı olan kişiler baskını sarı ve kırmızı olan kişiler olarak belirtilirken, bir şirkette vizyon ve markalaşmayı geliştirmek için kırmızı, sarı ve yeşilin birleşimi ekiplerle çalışılması gerektiği savunuluyor.
Son olarak “kırmızı”ları oluşturan grup, Güler’e göre beynin sağ alt lobunu baskın olarak kullanan kişilerden oluşuyor. Bunlar, duygusal düşünüp, duygusal davranarak dikkat çeken kişiler olarak tanımlanıyor. Türkiye toplumunun da ağırlıklı renginin kırmızı olduğunu belirten Güler, iyi eğitmenlerin, psikologların bu gruptan ve bu grubun yeşillerle birleştiği ekiplerden oluştuğunu açıklıyor. Güler’e göre “Türk toplumu hızla sevip, hızla vazgeçiyor”. Eğer insan kaynakları uzmanları, şirketlerinde ekip ruhu istiyorlarsa, kırmızıların ağırlıklı olduğu ekipler kurmaları gerekiyor.
Özetle Adalet Güler, bir şirketin başarılı olmasını her departmana doğru beyin lobunu kullanan kişilerin yerleştirilmesine bağlıyor. Güler “Şirketlerde hem mutlu hem de başarılı çalışanlar istiyorsak, adayların beyinlerinde en baskın kullandıkları lobunu bulmalı, ve kişileri buna uygun olan işlere yönlendirmeliyiz” diyor.
İşe alımda doğru insanı, mutlu olacağı işe yerleştirmek için belirlenmesi gereken bilinçaltı şifrelerinin 3. modülünde kalıplar, Adalet Güler’in deyimiyle “metaprogramlar” yer alıyor. Güler, metaprogramları kişilerin inançları, gelenekleri, örfleri, adetleri, kişilikleri gibi paradigmalarla açıklıyor. Güler’in metodolojisinde bilinçaltı şifrelerini açıklayan 19 tane kalıp bulunuyor.
 
Bazı kavramları düşünmeyi unuttuysak eğer, hatırlamamız gerek. Bazı kavramların anlamını bilmiyorsak eğer öğrenmemiz gerek.
“Mutluluk mu, para mı?” diye sorarak başladı sözlerine. Kısaca dedi ki; “İnsan bazen yolun yarısında ya da sağında solunda neyi niye yaptığını unutup şeytana uyar. Para diye diye koşar, ama saygınlıktır önemli olan. Asgari ihtiyaçlarınızı karşıladıktan sonra parayı unutun.”
Saygınlık parayla satın alınmıyor. Zaten önemli sorunlarımızdan biri de bu değil mi? Biz sanıyoruz ki, her şeyi satın alabiliriz. Saygınlığı bile... Paran varsa her şeyin var. Ayakların baş, başların ayak olduğu sözde sistemlerde insanlar önceliklerini ve değerlerini yanlış konumlandırabiliyor. Hatta zaman zaman amaçla aracı birbirine karıştırabiliyor.
Para mı, kültür mü? Peki, para ile kültür arasındaki ilişkiyi sorsam... Para biriktirmeyi mi tercih edersiniz, yoksa kültür biriktirmeyi mi? Bugün pek çok yerde ikincisi işe yaramıyor. Birinciden cepte ne kadar varsa o kadar konuşabildiğiniz bir bir düzen içinde yaşıyoruz... Aman şeytana uymayın. Para harcarken keyif almak kültürle mümkün. Alaton, her gün en güzel restoranda baklava börek yenmez ki dedi. Ekledi; “Kültürü az parası çok insan eşittir parası çok, fakir insan...”
Kıskanmak mı, özenmek mi? Kıskanç mısınız? Hiç kimseyi kıskandınız mı? Kıskandığınızı itiraf eder misiniz? Çoğumuz etmeyiz, ama aleni şekilde kıskanırız. Kimi de açık açık “ben çok kıskancımdır” der. Neredeyse biraz da gururla. Neyi kıskandığını sorun, kocasını, sevgilisini, karısını kıskanır. Kıskançlık krizleri pek meşhurdur bizim ülkemizde. Hemen her gün bir ulusal gazetenin üçüncü sayfasını kanlı kıskançlık haberleri süsler.
Neyi kıskanır insan? Kendisinden daha güzeli, kendisinden daha zengini, kendisinden daha başarılısını... Liste uzayabilir. İsteyen uzatsın.
Kıskanmanın hastalıklı olduğunu düşünmüşümdür. Kıskanmak değil, ama öykünmek ya da özenmeyi severim. Özenmek masum bir duygudur. Bir başkasının yaptıklarını ve sahip olduklarını amaçsızca istemek yerine, takdir ettiğiniz birisi gibi olmak istemeyi çağrıştırır... Özenmekte, kuru bir istek yerine çaba görürüm ben. Bu görüşüme katılır mısınız bilemem...
Buradan nereye atlayacağımı merak ediyor olmalısınız. Malum devir her şeyi kategorilere ayırmak ve listeler halinde yayınlama devri. Birinci, ikinci, üçüncü... Fortune Dergisi geçenlerde özendiklerimizin listesini yayınladı. Özendiğimiz insanlar diye de başlık atmış. Yanına da bir tutam kıskançlık serpmiş: “...Şu Allah'ın cezaları...” deyivermiş...
Başta da sordum, "kime özenir insan?". Büyük olasılıkla daha iyisine, daha fazlasına... Kriterler arasında zengin olmak, güzel ya da yakışıklı olmak, cinsel cazibe, iyi bir işe sahip olmak gibi klasik sayılabilecek özellikler var. Ama hepsi bu kadar değil. Saçlı olmak/kel olmamak (erkekler için), adrenaline sahip olmak (dinamik olmaktan söz ediliyor), çok genç olmak, çok insan tanımak gibi kriterler de var... Bu “Allah’ın cezası” listesinin çoğunluğu erkek. Demek en çok onlara özeniyoruz.
Listede kimini tanıdığım kimini tanımadığım insanların fotoğrafları da var. Hani hiçbir tanesi için de "ben de şuna benzeyeyim" demezsiniz. Kiminin yaşı geçkin, kiminin tipi bozuk, kiminin saçı yok, kiminin... Ama hepsinin söz edilecek bir meziyeti var. Acaba zaman içinde her şey değişirken bizim algılarımızda da mı değişiklik oldu? Bence kesinlikle oldu. Onu kaşı bunun saçı yerine, yaratıcılıktan ve farktan konuşur olduk. En azından bazılarımız. "İçi güzel olsun" derlerdi eskiden... Şimdi "aklı güzel olsun" demek mümkün.
Gelelim milyonları özendirenlere... Google’un efsane ikilisi sıranın tepesinde oturuyor; Sergey Brin ve Larry Page. Çok gençler. İkisi de henüz 32sinde. Her birinin elinde 37 milyon Google hissesi bulunuyor, yani hayli zenginler. Şöyle diyelim mi; servetlerinin toplamı 23 milyar dolar gibi bir şey oluyor. Zengin olmak süper ama onlara özenenlerin özenme nedeni hayatın akışına yön vermeleri, bilgi teknolojilerinin göbeğinde olmaları. Şöyle düşünmenizi isterim; dünyanın en ücra köşesinden bile birileri bir ismi araştırmak, bir kitaba ulaşmak, herhangi bir soruya yanıt bulmak için google’a giriyor. Düşünsenize bu iki zengin tıfılın elindeki gücü, yarattıkları etkiyi ve tabii ki hayatımıza kattıklarını; mekandan bağımsız hız ve bilgi!
Çok özenilen 25 kişinin hepsini burada sıralamak gereksiz. Bu durumda benim aralarında özendiklerimle yetineceksiniz. Paul Allen bir diğer isim. O da aynı dünyanın insanı. Microsoft’u kuran ikinci kişi. 52 yaşında. Herkes Bill Gates’i tanıyor o gölge adam. 1983 yılında tekel suçlamalarına karşı sorunlarla boğuşmayı ya da virüs saldırılarını Bill Gates’e emanet edip hayatın tadını çıkartmak için şirketi bırakıp gitmiş. Hala 20 milyar dolarlık bir servete sahip olduğunu hatırlatmak gerek. Fena sayılmaz...
Sonra dikkatimi Andy Grove çekti. Benim seçtiklerim de hep yaşını başını almış insanlar. 69 yaşında. Intel’in eski CEO’su ve halen baş danışmanı. Kimileri guruların gurusu diyor. Intel’in başındayken aldığı kararlarla dikkat çeker, yaptığı manevralar yakından izlenirdi. Bugüne kadar 6 kitap yazdı. Tabii ki Intel’deki her şeyi o yaratmadı ama “Intel Inside” markasını gördüğümüz yerde bir şey çağrıştırıyorsa, bu 69 yaşındaki adamın katkısı müthiş. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, insanlar Andy Grove’a tam 47 yıllık mutlu bir evliliği olduğu için çok özenirmiş.
J. K. Rowling, bu listede benim seçtiğim tek kadın. Şu Harry Potter yazarı. Hakkında duymadığınız kalmadı. Tesadüfen zengin oldu deniyor. İşte bu bir kıskançlık. Peki hiç mi yaratıcılık yok. Farklılık yok. Ondan önce, ondan başkası niye çıkmadı? Kraliçe’nin servetini 6’ya katladığı söyleniyor. Serinin beşinci macerası piyasada. Kitap ABD’de piyasaya çıktığı anda her saat 250 bin adet satılmış. Bu da 6.9 milyon adet kitap ediyor. İnanılmaz bir şey. Mütevazı Rowling, eskiden metroda gidip gelirken karalama yaparken artık, değeri 2.4 milyon dolar olan 10 odalı eski bir malikane ile Londra’da satın aldığı 9,5 milyon dolar değerindeki evleri arasında mekik dokuyor.
Kıskanır mısın kıskanmaz mısın. Zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış. Ama çenemizi yorduğumuz şey bu insanların parası pulu değil, yarattıkları olunca daha keyifli oluyor. Başkasının düşünmediğini düşünmek, başkasının yapmadığını yapmaya cesaret etmek, çok ama çok özendiğim ve alkışladığım meziyetler.
Önemli olan başarısızlıklardan sonra ayağa kalkabilmek, önemli olan bir kerelik başarıların ardına sığınmadan sürekliliği yakalayabilmek, önemli olan her sabah heyecanla uyanmak, önemli olan yaptığını sevmek, sevdiğini yapmak, üstelik bunu yapabilecek kadar da akıllı olmak. Önemli olan kıskanmamak, başkasının başarılarından bir şeyler çıkarmak. Arada bir dönmek ve kendine bakmak. Denemek denemek...
Kültürü bol, saygınlığı yerinde, paradan yana fakir olmayan keyifli bir insan olmanızı kısacası herkesin özendiği biri olmanızı dilerim.
 
slm;

Sn. mhmt79, yazını bizlerle paylaştığın için teşekkürler.Herşeyi
çok güzel ifade etmişsin. BAŞARILAR
 
Bir ilaç firmasının sınavına başvurmuştum mülakata çağırdılar, önce bizi bekleme salonuna aldılar ki yaklaşık 60 kişiyiz , sonradan öğrendim beklediğimiz salon numarası 1 miş ve 4 salon varmış ve hepsi de bizimki kadar doluymuş, neyse sıra sıra bizim gruba geldi 60 kişiyi mülakatın yapılacağı bir salona almaya başladılar herkes kendince bir yerlere oturdu ben de yerimi seçtim oturdum daha herkes yerleşmemişti ki mülakattı yürütecek olan kişi eliyle işaret ederek "siz, siz, siz" dedi ve "üzgünüm sizlerle mülakat görüşmesini yürütemeyeceğiz" dedi ve "çünkü kravatınız yok "dedi teşekkür etti, sonra kalan 50 den fazla kişiye aynı soruyu 1 er daika süre vererek sordu, o mülkattaki kravat olayı beni çok etkilemişti.

Büyük bir sigorta firmasınının sınavına çağırdılar gittim mülakata 10 kişiyiz bu sefer büyük bir salon ilgili kişi anlatıyor şirketimiz şöyle böyle, ben de önceden biliyorum mülakatta aktif olmak lazım vb.. neyse bayan anlatacaklarını anlattıktan sonra ben ortaya bir tartışma konusu süreceğini beklerken öyle yapmadı şimdi sizin sormak istedikleriniz varsa buyrun sorun, sorulardan sonra görüşmeyi noktalayacaz dedi, bayanın cümlesinden sonra2 dakika sessizlik oldu canım sıkıldı dedim bari ben sorayım sordum yanıtımı aldım, yine bi bekleyiş oldu canım sıkıldı baktım herkes birbirine bakıyor yine ben bir soru sordum yanıtımı aldım , o benim son soru soruşumdu, soruduğum soru şuydu "ülkemizdeki gelir düzeyini düşündüğünüzede nasıl bir büyüme trendi beklentisindesiniz" sanırım bu sorular son mülakat görüşmem oldu firmayla.

Yine başka bir mülakat görüşmesi ama bu sefer smmm ile; kendimi sanık gbi hissettim:) müracat ettiğim yerdeki görüşme şurda tıkandı, "sana gel çalışalım dediğim zaman ne kadar süre içinde başlayabilirsin" diye sordu smmm, ben de bir taraftan çalıştığım yerden kendimi daha iyi geliştirebileceğim bir yer istiyorum diğer yandan da hemen çıkmam uygun olmaz diyerekten "14 gün" dedim ki "daha da kısaltabilirim" dedim , bu söylemimin kendisine samimi gelmediğini belirtti ve "benim yanımda çalışan birisi abi ben 14 gün sonra çıkacam dediği zaman ben ona hemen git derim" dedi , yani süre çok az mış herhalde 1 ay falan demem lazım dı

Yine başka bir görüşmede bir ymm, seninle çalışırız ancak , dışardan kurslara gidersin , tüm muhasebe programlarını kurslarla öğreneceksin, şehir dışına gitmen gerekebilir dedi o ana kadar olumlu gibiydi ama 2 yıl asgari ücret veririm, yol yemek vermem, kurs paralarını kendin ödersin, şehir dışı seyahatlerde sadece yol paranı veririm deyince benim denge biraz bozuldu.

Eminim forum üyelerinden bir çoğunun çok ilginç mülakat anıları vardır.

Sayın mhmt79; açmış olduğunuz başlık çok güzel,kendi mülakatlarım aklıma geldi paylaşmak istedim.
 
Sn. Ogün teşekkür ediyorum ...

Bencede güzel oldu bu başlık, çünkü geçmişle şimdiki zaman dilimi arasında çok enteresan bir muhakeme ve karşılaştırma yapma imkanı veriyor.

Biliyorum ki herkesin bir mülakat geçmişi vardır. Ve herkes burada bunları paylaşırsa çok güzel olması kaçınılmaz...

herkese kolay gelsin..
 
Az önce mail adresime gelen bir metin;
Kod:
Standart soruların dışında, mülakatlarda yöneltilen değişik sorulara nasıl cevaplar verebileceğiniz konusuna devam ediyoruz. Bunlar kendi cevaplarınızı hazırlamada yararlanabileceğiniz ipuçları. Size kelimesi kelimesine ne söylemeniz gerektiğini dikte eden mülakat önerilerine prim vermeyin. İnsan kaynakları uzmanları da bu tarz yazıları okuduğu için, herkesin kendi özelliklerine en uygun cevabı hazırlaması en doğrusu. Vereceğiniz cevaplar öncelikle sizin içinize sinmeli ve sizi ifade etmeli.  
 
İşyerinde çatışma-tartışma durumu doğduğunda ne yaparsınız? 

Bu tip durumlar her işyerinde olabilir. Görüşmeci, bu soruyla sizin olumsuz bir durumla başa çıkma becerinizi ölçmek istiyor. Böyle bir olay başınıza geldiyse anlatın. Nasıl çözüm geliştirdiğinizi detaylandırın. Şu önemli; bu durumu yok mu saydınız, yoksa olayın üstüne mi gittiniz? Duygusal mı yaklaştınız? Yoksa gerçekçi mi? 
Çalışma tarzınızı nasıl tanımlarsınız? 

Daha önce aklınızdan hiç geçmemiş olabilir bu soru. Görüşmecinin amacı hem çalışma şekliniz, hem de çalışma ortamınızı öğrenmek. Bunu dile getiriş biçiminiz de önemli. Aslında her şeyde olduğu gibi mülakat boyunca da ne söylediğiniz kadar nasıl söylediğiniz de önemli. Ekip halinde çalışmayı sevdiğinizi kendi cümlelerinizle vurgulayıp, zamanı nasıl kullandığınızdan (hatırlatıcılar vs), günlük yapılacak işleri nasıl planladığınızdan bahsedebilirsiniz. Elinizdeki işi bitirmeden diğerine başlamayanlardan mısınız? Yoksa birkaç işi aynı anda yürütebilir misiniz? Masanız çok mu düzenlidir? Yoksa karmaşanın arasında kendinizi daha mı rahat hissedersiniz? 

Bana kendinizden bahseder misiniz? 

Mülakatın başında sorulan, bildik ama kritik bir soru! Görüşmecinin ön hazırlık yapmadığı, aday hakkında bilgi sahibi olmadığı durumlarda bu sorunun tercih edildiği söylenir. Ancak görüşmeci şu amacı da taşıyor olabilir: Sizi hiç tanımayan birine kendinizi nasıl tanıttığınız, hangi kelimelerle ifade ettiğiniz ve özsaygınız hakkında fikir sahibi olabilmek. Cevabı verirken özgeçmiş bilgilerinizi sıralamak yerine kendi cümlelerinizle eğitiminiz, başarılarınız ve hedeflerinizden bahsedebilirsiniz. Karşı taraf, anlattıklarınızla, başvurduğunuz iş arasında bağ kurabilmeli. Kendinizi anlatırken ne abartın, ne de küçümseyin. Cevabınız en fazla bir dakika sürmeli. 

Ücret beklentiniz nedir? 

Ücret, özellikle yeni mezunların çok dikkat etmesi gereken bir soru. İş hayatına başlarken maaş birinci öncelik olmamalı. Pek çok yeni mezunda “O kadar okudum, bu paraya çalışmam” anlayışı, işi öğrenmekten daha önemli. Bunda ailelerin de etkisi oluyor. “O kadar okuttum, benim oğlum/kızım bu ücrete mi layık?” diye düşünen aileler, çocuklarının bir an önce iş hayatına katılmasına engel olduklarının ne yazık ki farkında değil. Yeni mezunsanız, rakam belirtmemeye çalışın ve sizin için önemli olanın, işi öğrenip deneyim kazanmak olduğunu anlatın.
 
arkadaşlar o kadar güzel bir başlık açılmışkı mehmet ve ogün arkadaşımıza çok teşekkür ediyorum okuduklarımdan çok zevk aldım ve her insan içn hayatında ders alabileceği birşeyler olduğunu gördüm.benim geçmişe ait bir mülakat geçmişim yok liseden beri aynı yerde çalışıyorum diğer arkadaşlar bu anılarını anlatırlarsa çok sevinirim
 

Benzer konular

Üst