uyumsoft

Niye Şiir Olmasın!!!

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan heerdeem
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

ESKİ KIŞ


Alevlerin alacakaranlığında
aydınlık ellerini özlüyorum:
meşe kokan, gül kokan,
ve ölüm. Eski kış.

Kuşlar yem ararken, birden,
karın altında kaldılar;
sözcükler de öyle.
Biraz güneş, aynası bir meleğin,
sonra inen sis, ağaçlar ve biz
sabahın soluğundan yaratılmış.



Salvatore QUASIMODO
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

GECE BİTTİ


Gece bitti
Ay eriyor doğan günde
Battı batacak sulara

Bu ovada eylül ne kadar diri
Çayırlar yemyeşil
Bahar toprakları sanki güneyde

Bıraktım eşi dostu
Eski bahçelere gittim gizli gizli
Seni anmak için tek başıma

Sen Ay'dan ötelerde bir yerdesin
Burda gün doğarken
Nal sesleri gelirken kaldırımlardan



Salvatore QUASIMODO
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

GÜN GÜN ÜSTÜNE


Gün gün üstüne: uğursuz sözler, kan
ve altın. Tanıdım sizi ey benzerlerim
ey yeryüzü canavarları. Dişleriniz
arasında yok oldu acıma, iyi haç bizi bıraktı.
Dönemem artık cennetime.
Mezarlar kaplayacak yaralı toprakları, denize karşı,
kahramanlık anıtı olmayacak ama bir teki bile.
Kaç kere oynadı bizle ölüm: yaprakların
tekdüze hışırtısıydı saran havayı
keşişleme esince fundalıktan bulutlara
yükselir gibi bataklık kuşları.


Salvatore QUASIMODO
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

ÖLÜMLÜ ÖLÜMSÜZ


(Thanatos Athanatos)

Ve şimdi seni yadsımak zorunda mı kalacağız
urların tanrısı, canlı çiçeklerin tanrısı
bir hayırla mı yanıtlayacağız o karanlık
kayayı ki benim özbenliğimdir, ölüme razı mı olacağız?
Ve her mezartaşına kazıyacak mıyız
tek kesin gerçeğimizi: thanatos athanatos!
Apaçık sorulara yenilmiş şu adamın
düşlerini, gözyaşlarını, öfkelerini
yorumlayacak bir addan yoksun.
Diyaloglarımız da değişmiş şimdi bak
saçmalıklar da mümkün olmada.
Orada sislerin dumanların ötesinde, ağaçların içinde
yaprakların gücü uyanmada
doğrudur ırmağın kıyılarına basınç yaptığı.
Hayat düş değil. Doğrudur insan
ve onun kıskanç yakınışı sessizlikten.
Susku tanrısı, açık yalnızlık.


Salvatore QUASIMODO
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

AŞK TÜRKÜSÜ


Batıya döner ayçiçeği
Gün hızlanmıştır bile
Eğildi mi o - yoğunlaşır
Yaz havası, kımıl kımıl yapraklar, işlik
Dumanları. Çatırdayıvermesiyle yıldırımların,
Bulutların akıvermesiyle bir, uzaklaşır yiter
Göğün bu son oyunu da.Yıllardan beri,
Sevgilim, hep böyle şaşkına çevirir
Bizi ağaçların değişmesi
Navigli'deki. Ama günlerimiz hep aynı,
Güneş o güneş, çekip giden
Bir ışık çizgisiyle ardında, sevgi dolu.

Anılar bitti artık, anımsamak istemiyorum;
Belleğimi ölüm almış,
Yaşamın sonu yok. Bütün günler
Bizim. Vakit geçti diyerek sen de
Bırakacaksın beni, durunca devinim.
Burda kanalın üstünde yükselerek
Salıncakla çocuklar gibi, suya
Bakıyoruz, kararan
Yeşilindeki ilk dallara.
Bıçak değil avcunda gizlediği
Sessizce yaklaşan adamın
Tek bir ıtır çiçeği.


Salvatore QUASIMODO
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

SANAT VE HALK


I
Kıvançtır sanat, sevinç kaynağıdır,
Fırtınada alev alev tutuşur,
Işığı, aydınlatır mavi göğü,
Sanat görkemidir tüm insanlığın
Gözlerindeki kıvılcımdır halkın,
Tanrının alnındaki yıldız gibi.

Bir şarkıdır sanat, eşsiz bir ezgi!
Gönendirir barışçı yürekleri,
Erkekler kadınlarına fısıldar,
Ağaçlara doğru yükselir kentten,
Bütün insanlar hep bir ağızdan,
Uyum içinde o şarkıyı söyler.

Sanat; insanlığın düşüncesi!
Kırar prangaları, zincirleri,
O tatlı diliyle ele geçirir,
Onundur Tibet, onundur Ren nehri.
Sanat özgür kılar köle halkları,
Özgür halkları ise devleştirir.


II
Ey güzel ülkem,yenilmez Fransa!
O güzel ezgili şarkını söyle!
Şarkını söyle ve gökyüzüne bak!
Sevinç dolu, derinden gelen sesin,
Umududur bütün bu yeryüzünün
Kardeşliğin halkı, ey soylu halk!

Güzel halkım şarkını sabaha söyle!
Akşam olunca bir daha söyle!
Bilirsin ışıldar işleyen demir,
Aldırma geçmekte olan yüzyıla,
Aşkın şarkısını söyle yüksek sesle,
Ve özgürlüğün şarkısını haykır!

Şarkısını söyle kutsal İtalya'nın,
Toprağa gömülen şu Polonya'nın,
Yüreği kan ağlıyor Napoli'nin,
Macaristan can çekişiyor bak!
Dinleyin zorbalar, şarkı söylüyor halk
Aslanın kükreyişini dinleyin!



VICTOR HUGO
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

ŞAİRİN GÖREVİ


I.
Niçin sürgünsün şair yaşadığın toplumda?
Işıksız bir karmaşadır siyasal partiler,
Bir yararı olur mu şu tasasız ruhuna?
Çiçeğe durmuş şiirin sararıp soluyor;
O boğucu, kirli havalarında onların,
Güzelim buhurların, günnük kokuların;
Şaşırıyor yolunu soluklarını duyunca.
Köle ruhlu kavgalarında senin yüreğin,
Çimeni gibidir yaşadığımız kentlerin
Gelip geçenlerin ayaklarının altında.

Halkın ve kral, dumanlı, sisli başkentlerde
Nasıl çarpışıyor iki ölümcül güç gibi,
Duymuyor musun seslerini dehşet içinde,
Sen ey toprağına tohum serpiştiren çiftçi!
Sen ey şair, sen ey usta, kapat kulağını!
Bu şamatanın sana hiçbir yararı var mı?
Gürültünün patırtının içinden gelen
Bu insanların arasında asla yer alma!
Dizelerde tanrıya şarkılar söyleyen sen
Uzak dur, uzak dur, onlara sakın karışma!
Arınmış ruh, şarkını göklerde meleklerin
Verdiği huzurlu, barışçı konserde söyle!

Sen ey kutsal çiçek, sen de gidip çöllerin
Engin gökleri altında serpilip büyü!
Sen ey düşsever insan, sığınakları ara!
Gizli mağaraları, barınakları ara!
Unutuşa kanat aç bulmak için sevdayı,
Sessizliğe koş eğer işitmek istiyorsan
Gökten gelen o sevecen ve o ciddi sesi,
Loş yerlere koş gönü görmek istiyorsan.

Haydi ormanlara git, haydi sahillere git!
Kendi tatlı şarkını oralarda bestele!
Yaprakların ve gök gibi mavi dalgaların
Şarkılarıyla, ilahileriyle birlikte.
Tanrı seni bekliyor kutsal bir yalnızlıkta;
Tanrı ne çokluklarda, ne kalabalıklarda;
İnsan küçüktür, nankördür ve beyhudedir.
Her şey kırlarda titreşir, kırlarda ah çeker.
Doğa büyük bir çalgıdır, büyük bir lirdir,
Şair ise o büyük lirin kutsal yayıdır.


Fırtınalarımızdan çekil ey bilge kişi!
Bu imparatorluk ki tehlikeli sularda,
Yol alıyor, ne dümeni var ne pusulası
Sen sakın aldanma, sen sakın kanma ona!
Bu gemi senin için bir aralık ayında,
Bir balıkçının kurutmak için ağlarını
Gerdiği odasının en ücra köşesinden,
Uğursuz bir gürültüyle gece karanlıkta,
Ürperen ve yana yatmış direkleriyle,
Geçişini duyduğu bir gemi gibi olmalı.



II.
Çok yazık! diyor şair, yazık, hem de çok yazık!
Ben suların ve ağaçların sevdalısıyım;
Onların mırıltıları, fısıltılarıyla
Yoğruldu, olgunluğa erişti yetkin aklım.
Kin, nefret yoktur evrenin yaratılışında.
Engeller yoktur onda, zincirler yoktur onda.
İyilik doludur çayırlar, dağlar, tepeler;
Gülleri, çiçekleri anlatır bana güneşler;
Doğada, uçsuz bucaksız bir huzur içinde
Ruhum dört bir yana ışıklarını saçar.

Seviyorum seni, seviyorum kutsal doğa!
Senin içinde eriyerek sen olmak da var;
Oysa serüvenlerin yaşandığı bu çağda
Herkes kendini başkasına tutsak kılıyor.
Her düşünce bir güçtür, her düşünce kuvvettir.
Tanrı özsuyunu kabuklar için yaratır,
Yeşermiş, çiçek açmış dalları kuşlar için,
Ovadaki bitkiler, otlar için dereleri,
Dolu kadehleri dudaklarımız için,
Akıllar için düşünürü, bilge kişiyi.

Tanrı böyle istiyor çelişkili zamanlarda,
Herkes çalışır ve herkes bir hizmet sunar.
Kardeşlerine dönüp de "Ben artık çöle
Gidiyorum" diyenlere yazıklar olsun!
Kinler, nefretler, rezillikler şu şaşkın,
Huzursuz halkın yakasına yapışmışken
Ne ayıp ayakkabısını giyip gidene!
Hiçbir işe yaramayan bir şarkıcı gibi
Kentin kapılarından apar topar tüyen,
Kırık dökük düşünüre yazıklar olsun!
Daha güzel günleri hazırlamak için şair
Karanlık günlerde, kötü günlerde gelir.
Ütopyaların, düşsel ülkelerin adamıdır;
Ayakları burada, gözleri başka yerdedir.
İster yersinler onu, ister övsünler, ne gam!
O peygamberler gibidir, her an, her zaman
Ve her yerde, içine her şeyi sığdırdığı,
Elinde salladığı bir meşale gibi
Geleceğimizi, güzel günleri aydınlatır.

Halklar sıkıntıya düştüğünde onları görür,
Hep aşklarla dolup taşar tüm düşleri.
O düşler ki nesnelerin ona fırlattığı
Gölgelerin, karanlıkların ürünüdür.
Alay etsinler onunla, varsın etsinler,
O düşünmeyi sürdürür ve kitlelerin
İşitmediği şeyi sessizliğe kaydeder.
Kimileri küçümser, görmezden gelir onu
Bu boş insanların sözlerine güler geçer,
Kahkahayla güler ve sessiz sessiz düşünür.

Uğultularını ve hıçkırıklarını
Dalga dalga kumsallara yayan kalabalık,
Bir okyanus gibi düşlerimizin üstüne
Kuşkuyu ve alayı yayan kalabalık,
Seni kıvançlandıran soylu, yüce düşünce
Devam ediyor gök bak hâlâ kekelemeye,
Ama yaşamın damgasını da taşıyor,
Çünkü insan soyu var Havva'nın karnında
Kartal yumurtasında kartal, meşe palamudunda
Meşe var! Bir beşiktir Ütopyalar da!

Zamanı geldiğinde kamaşmış gözlerinizle,
Bu beşikten, serpilip açmış yürekler için,
Daha iyi bir toplumun çıktığını göreceksiniz.
Hakkın doğurduğu görevin, kutsal düzenin,
Galip gelen inancın ve iyi geleneklerin,
Çıktığını göreceksiniz. Bu devingen ve
Hep kıvançlı ya da hep üzgün kalabalık,
Yasanın ancak düşler kurarak devşirdiği
Bir şeylerin tohumunu bir gün atacaktır.
Bir gün ayaklarının üstünde duracaktır.

Fakat bu güçlü tohumları taşımak için,
İçinde kutsal ışınların arındırdığı,
Esin dolu, sapasağlam yürekler gerek.
Katıksız yürekler, tertemiz yürekler gerek.
Alabora olur tayfası olmayan gemi
Kadırganın yol alması için nasıl ki
Kürekçiler her iki yandan kürek çekerse,
Herkesi ve herşeyi anlayan Tanrının da
Ancak büyük ruhlara düşüncelerinin
İki yanında kürek çektirmesi gerek.

Uzak dursun sizlerden kutsal kuramlar,
Uzak dursun gelecek zamanın yasaları,
Geçmişte sizin yıldızınız altından giden,
Sonra sanrının arkasına gizlendiği,
Örtüyü kaldırıp atıp da ruhunu pintilik,
Ve tutkunun en alçakça emellerine
Hiçbir şey olmamış gibi hemen teslim eden,
Geçmişi, anıları, umutları olmayan,
Bu solgun dudaklı konuşmacı, bu hatip
Uzak dursun sizlerden, uzak dursun sizlerden!

Uzak durur adı insan sarrafına çıkan,
Keselerini altınla doldurmak isteyen,
Efendisini yeni hizmetçiler taşıyan,
O eski rahip gülücüğünü götüren,
Dinselliğini pazara çıkarıp satan,
Yırtık gülücükleriyle tüm kötülüklerin,
Göbek attığı bu zevk, bu eğlence cümbüşünde,
Başkaları düşünürken o kafayı çeken,
Gerçek hazineleri çar çur edip kaybeden
Cüce ruhlu mağrur devden uzak durun!

Dört yol ağızlarında sağa sola sataşan
Boş öfkelerden, hiddetlerden uzak durun!
Günün birinde kaplan kesilecek olan
Halkın sevdiği bu kedilerden uzak durun!
Halk dalkavuklarından, saray yağcılarından,
Partisinin orta yolcu olduğunu söyleyen
Çıkarcı, bencil politikacıdan uzak durun!
Uzak durun bütün sönmüş köseğilerden,
Göğüslerinde bir ruh taşımayanlardan,
Ve ruhlarında Tanrıyı taşımayanlardan!

Yalnızca bu adamların eline kaldıysak,
Ulu Tanrım, içinde yaşadığımız bu çağda,
Şair nasıl olur da bağırmaz acı içinde
Nasıl olur da bağırmaz "yazık! yazık!" diye
Bir gün utançtan yüzünü de gösteremez,
Evinin eşiğinde, öyle bekler ayakta,
İnmek üzere olan akşamın karşısında,
Silinen, yitip giden güne göz yaşı döker,
Ufkun dört köşesine, ufkun dört bir yanına
Korkunç bir hayalet gibi küllerini saçar.

Bulutlarda gezen çakırdoğanları gibi
Gülüşleri duyulur utkulu şairlerin,
Yergici şairlerin, alaycı şairlerin,
Aristofanes'lerin, ve kara şairlerin.
Sayısız utancımızı yüzümüze vurmak için,
Petrone karanlıkta uykusundan uyanıp,
O ünlü Romalı üslubuna sarılırdı.
Aşağılık, alçak çağımızın yöresinde
Archiloque'un topal vezni, aksayan vezni
Bir kırbaç gibi hoplayıp zıplardı elinde.

Ama Tanrı geri çekilmez hiçbir zaman,
Bu güneş ki her şeye bir soluk kazandırır,
Hiçbir zaman tümüyle yitip gitmedi gözden,
Tümüyle batmadı gizlendiği tepelerden.
O hep üzgün ve tasalı koyaklar için,
Körleştirilmiş karanlık şu ruhlar için,
Gururun yoldan çıkardığı yürekler için,
Uçurumların üzerindeki bir doruğa
Işınlarını bırakır, ışınlarını ve
Bazı gerçekleri bırakır alınlar üstüne.
Durmayın haydi yüce ruhlar ve düşünceler,
Durmayın kemirilmiş sıkıntılı beyinler,
Durmayın hasta yürekler, yaralı gönüller,
Sizler dua edenler, güzel şeyler düşünenler!

Haydi biraz cesaret, ey gelecek kuşaklar!
Fırtınanın, boranın ormanda ağaçlarda,
Kopardığı gürültüyle, istemeyerek de olsa
Gelen sizler! haydi biraz daha cesaret!

Dur durak bilmeksizin amaçsız dolaşanlar,
Sizler! yolun zifiri karanlıklarında,
Ellerini uzatarak düşünüzün şekillerini
Gördüğüne inanan gezgin kuşkucular!
Sizler, kafaları acı çeken düşünürler!
Sizler, ilahi bir dehşetle dolu olanlar!
Koyak'ın böğürtlerine sarkmış olarak
Uçurumların kıyılarına tutunanlar!

Sizler, bu kederli ve utkulu dalgaların
Denizinde kazaya uğrayan ey insanlar!
Sizler, denizden tir tir titreyerek çıkanlar!
Sizler! Yalnızca yüreklerini kurtaranlar!

Bütün sabahlarda, çiçeklerin arasında
Sizler, güneşin doğduğunu gören bilgeler!
Ve bu kutsal ışıkların içine gömülmüş
Tan kızıllığında yeniden gelirsiniz siz.

Sizler, ey savaşçılar! Gün doğmadan elini,
Kolunu yıkamak için hazır bekleyenler!
Sizler, odalarda düşler, hayaller kuranlar!
Gözleri karanlığın içinde yitip gidenler!
Sizler, ey sabrın ve direncin insanları!
Sizler, ey hep mutlulukları dileyenler!
Sizler, hâlâ İsa efendimizin eteğini
Ve hâlâ umudu avuçlarında tutanlar!

Sizler ellerinde lamba, bir şey arayanlar!
Sizler tek silahı övendire olan çobanlar!
Dayanın ey dağlarda, beldelerde olanlar!
Dayanın, dayanın, ey vadilerde olanlar!

Yeter ki her biriniz dar bir keçi yolunu
Bir sabahın izini, bir karığı izlesin;
Yeter ki hepinizin kara bir dalga olan
Kıyısı Tanrı ve kuzey yeli bulut olsun;

Yeter ki siz inancınızı eksik etmeyin,
Yeter ki siz kıvançlıyken ya da kederliyken
Bir çocuğa, bir yıldıza ya da bir çiçeğe
Zaman zaman sevgi dolu gözlerle bakın;

Yeter ki köle ya da özgür yurttaş demeden
Her şeyde ve herkeste sevecek bir yan bulun,
Yeter ki siz, teninizin her bir dokusunda
Evrensel insanlığın titreştiğini duyumsayın.

Dayanın, karanlığın ve köpüğün içinde
Hedef çok yakında ortaya çıkacak,
Sisin, dumanın içindeki insanlık soyu
Bir sözcük değildir, bir bilmecedir ancak.

Öne eğilmiş alınlarınızın üstünden
Yeterince geceler ve fırtınalar geçti.
Kaldırın gözlerinizi, kaldırın başınızı!
Işık orada, yukarıda, yürüyün haydi!
Ey halklar, kulak verin, kulak verin bu şaire!
Ey halklar, kulak verin bu kutsal düşsevere!
Gece alnı ışıklı olan yalnızca odur,
O muştulayacaktır size karanlıkları,
Delecek olan gelecek zamanları
Açılmamış tohumu yalnız o bilebilir
Bir kadın gibi tatlıdır erkek ve Tanrı,
Ormanla ve dalgalarla nasıl konuşursa,
Onun ruhuna da öyle usulca seslenir,
Yumuşak, sevecen ve usul bir sesle.

Çünkü O'dur bütün dikenlere karşın,
Arzulara ve kederli olaylarla karşın,
Yıkımlarınız içinde eğilip geleneği
Toplayarak yürümeye devam eden odur.
Gökyüzünün kutsayabildiği her şey,
Ve yeryüzünün kapladığı her şey,
Bereketli, verimli bir gelenekten doğar.
Kökü geçmişe dayanan bütün düşünceler,
İster insansal olsunlar ister tanrısal,
Gelecekte de yaşar ve çiçekler açar.

Işık saçıyor şair sonsuz gerçek üstüne
Işık saçıyor şair, saçıyor alevlerini,
Olağanüstü bir aydınlıkla ruhumuz
İçin ışıl ışıl parlatıyor gerçekleri.
Boğuyor ışığıyla, ışığıyla dolduruyor,
Kenti, çölü, Louvre'u ve kulübeyi,
Bütün ovaları, bütün dağları ve tepeleri,
Kaldırıyor perdeyi gizlerin üzerinden
Çünkü şiir kralları ve şiir çobanları,
Yıldızdır, Tanrının yolunu gösteren.



VICTOR HUGO
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

FRANSA'YA


Bu kitabı yurduma
Taşı rüzgâr, ne olur!
Ölü yaprak açıyor
Ağaç, köksüz olunca



VICTOR HUGO
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

AH, BEN UYKUDAYKEN SEN BAŞUCUMA GELSEN


Ah, ben uykudayken sen başucuma gelsen,
Petrarca'yı ziyaret ettiği gibi Laura'nın, (1)
Değse bana nefesin tam yanımdan geçerken,
İşte o zaman birden
Aralanır dudağım!

Kaç zamandır tutsağı karanlık bir hayalin,
Bitmeli mi bu rüya? Şu kederli yüzüme,
Bir yıldız gibi doğsun senin o gözlerin,
İşte o an düşlerim
Aydınlanacak yine!


Bir kıvılcımın uçuştuğu dudaklarıma
Tanrı'nın arıttığı o aşk parıltılarına,
Bir öpücük kondur, melekten kadına dön,
Ah o zaman ruhum
Uyanır uykusundan!


(1)İtalyan ozanı Petrarca (1304-74) şiirlerinden birinde ölümünden sonra
şiirlerinin kadın kahramanı Laura tarafından mezarının ziyaret edildiğini düşler.



VICTOR HUGO
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

MONA ROZA



Mona Roza, siyah güller, ak güller

Geyvenin gülleri ve beyaz yatak

Kanadı kırık kuş merhamet ister

Ah, senin yüzünden kana batacak

Mona Roza siyah güller, ak güller



Ulur aya karşı kirli çakallar

Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa

Mona Roza, bugün bende bir hal var

Yağmur iğri iğri düşer toprağa

Ulur aya karşı kirli çakallar



Açma pencereni perdeleri çek

Mona Roza seni görmemeliyim

Bir bakışın ölmem için yetecek

Anla Mona Roza, ben bir deliyim

Açma pencereni perdeleri çek...



Zeytin ağaçları söğüt gölgesi

Bende çıkar güneş aydınlığa

Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi

Seni hatırlatıyor her zaman bana

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi



Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ve vardır her vahşi çiçekte gurur

Bir mumun ardında bekleyen rüzgar

Işıksız ruhumu sallar da durur

Zambaklar en ıssız yerlerde açar



Ellerin ellerin ve parmakların

Bir nar çiçeğini eziyor gibi

Ellerinden belli oluyor bir kadın

Denizin dibinde geziyor gibi

Ellerin ellerin ve parmakların



Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

Saat onikidir söndü lambalar

Uyu da turnalar girsin rüyana

Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona



Akşamları gelir incir kuşları

Konar bahçenin incirlerine

Kiminin rengi ak, kimisi sarı

Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine

Akşamları gelir incir kuşları



Ki ben Mona Roza bulurum seni

İncir kuşlarının bakışlarında

Hayatla doldurur bu boş yelkeni

O masum bakışlar su kenarında

Ki ben Mona Roza bulurum seni



Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

Henüz dinlemedin benden türküler

Benim aşkım sığmaz öyle her saza

En güzel şarkıyı bir kurşun söyler

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza



Artık inan bana muhacir kızı

Dinle ve kabul et itirafımı

Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı

Alev alev sardı her tarafımı

Artık inan bana muhacir kızı



Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Meyvalar sabırla olgunlaşırmış

Bir gün gözlerimin ta içine bak

Anlarsın ölüler niçin yaşarmış

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak



Altın bilezikler o kokulu ten

Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne

Bir tüy ki can verir bir gülümsesen

Bir tüy ki kapalı gece ve güne

Altın bilezikler o kokulu ten



Mona Roza siyah güller, ak güller

Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak

Kanadı kırık kuş merhamet ister

Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!

Mona Roza siyah güller, ak güller


Sezai Karakoç
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

BİR SES

İhtiyarlıyorduk, o bir dolu yaprak bense pınar,
O az güneş bense derinlik,
O ölüm bense yaşama bilgeliği.

İstiyordum ki zaman alaycı olmayan gülüşüyle
Fauna yüzünü göstere karanlıkta,
Karanlığı taşıyan rüzgâr ese

Ve kuytu pınarda sarmaşığın içtiği
Derin suyu bulandırmak ola ölüm.
Seviyordum, ayaktaydım ölümsüz düşte.



Yves BONNEFOY
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

DOUVE KONUŞUYOR


1
Ara sıra, derdin, tan sökerken
Dolaşıp o kararmış yollarda,
Taşın uyumuşluğunu paylaşırdım.
Kördüm onun gibi tıpkı.
İşte çıktı o yel, gülünç oyunlarımı
Ölüm perdesinde belirten pırıl pırıl.

Özlediğim yazdı,
Gözyaşımı kurutacak kızgın bir yaz,
İşte çıktı o soğuk, üyelerimde büyüyen,
Ve ben uyandım ve acı çektim.

2
Sen ey kaçınılmaz sürem,
Ey toprak, o en çıplak, bıçak gibi!
Özlediğim yazdı,
Kıran kim şu kılıcı eski kandaki?

Mutluydum gerçek,
Ölesiye hem.
Gözler yitmiş, ellerim açılmakta pisliğine
Bir bengi yağmurun.

Bağırırdım, karşı dururdum yele?
Tiksinmek niye, ağlamak niye, sağdım,
Engin yaz, güven verirdi bana gün.

3
Sönüp bitsin söz
Şu yüzünden varlığın, açık durduğumuz,
Yalnız Sonlu yelinin
Geçtiği bu çorakta.

Dinlesin o eskiden yanan
Asma örneği,
Yuvarlansın tepeden o şarkıcı, ta uçta
Işıtarak
Dile sığmaz özdeği, uçsuz bucaksız.

Sönüp gitsin söz
Şu basık odada, senin bana erdiğin,
Daralsın ocağı çığlığın, kapansın
Korlaşan sözlerimiz üzere.

Doğsun ölümümle soğuk, anlam kazansın.

Sor ıssına gecenin nemenem gecedir bu,
Sor: İstediği ne, sen ey parçalanmış ıs?
Gecende batmışım ben, gecende ararım seni,
Yaşarım sorularınla, kanında konuşurum,
Gecenin ıssıyım senin, beklerim sende gece gibi.




Yves BONNEFOY
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

IŞIK, DEĞİŞMİŞ

Görmüyoruz artık birbirimizi aynı ışıkta,
Artık gözlerimiz aynı değil, aynı değil ellerimiz.
Ağaç daha yakın ve kaynakların sesi daha canlı,
Adımlarımız daha derin, ölüler arasında.

Olmayan tanrı, koy elini omzumuza,
Geri dönüşünün ağırlığıyla tasarla bedenlerimizi,
Bu günleri ve gölgeleri, bu kuş çığlıklarını, bu koruları,
Bu yıldızları ruhlarımıza katmayı bırak.

Bir meyve yarılırcasına vazgeç kendinden bizde,
Erit bizi kendinde. Göster bize
Aşksız sözcükler arasında ateş saçmadan düşmüş, ve sadece
Ama sadece yalın olanın esrarlı anlamını.



Yves BONNEFOY
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

ÖLÜMLÜ YÜZ

Eğiliyor gün geçmişin ırmağına
Yeniden ele geçirmeye çalışıyor
Erken yitmiş silahları
Mücevherlerini o derin çocuksu ölümün

Göze alamıyor öğrenmeyi
Gerçekten gün müdür
Ve sevebilir mi bu tan sözünü
Onun için günün duvarlarını delen

Bir meşale taşındı külrengi günde
Ateş parçalıyor günü.
Bir saydamlığı var ki alevin
Acı acı yadsıyor günü



Yves BONNEFOY
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

TÜZE

Ama sen, ama sen, çöl! İndir daha bir
Karanlık örtülerini o senin.
İşle şu yüreğe, ki durmasın
Bir masalsı neden gibi sessizliğini.

Gel. Kopar bir düşünce, kalır burada.
Yolu yok artık burada güzel bir ülkenin.
İlerle kıyısında şu buz kesmiş tanın,
Pay olarak aldığın düşman bir güneşten.

Ve şakı. Ağladığın iki kez ağlamaktır senin.
Şakımağa kalkınca büyük yadsımayla bir.
Gülümse, ve şakı. Sensin ona gereken,
Karanlık ışık, suları üzre onun eskiden olduğunun.



Yves BONNEFOY
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

YELİN KAZDIĞI YERDE


I
Denir ki bir tanrı aramıştır
Kapalı sular üstünde
Yırtıcı kuşun istemesi gibi
Uzak avını

Ve yinelenen bir bağırışla,
Ki boğuk, ıssız,
Yaratmıştır parlayan zamanı
Orda dalga kazınır.

Gece örter gündüzü
Çekilir sonra,
Köpüğü yayılır
Buranın taşları üstünde.

Nedir Tanrı,
Bir tek zamansa yapıtı,
Yok olmak mı istedi
Doğamadığı için?

Boşunaydı savaşı
Yokluğa karşı.
Attığı ağı.
O tuttu kılıcı.

II
Ama kalır şimşek
Dünyanın üstünde
Bir ırmak geçitindeymiş gibi, arayarak
Taştan taşa.

Acaba güzellik
Yalnızca bir düş müydü,
Gözleri kapalı yüzü mü
Işığın?

Hayır, çünkü yansıması var
Bizde, ve yalazdır
Ölü odunun suyunda
Yıkanan çıplak.

Coşturduğu gövdedir
Bir aynanın
Yanan bir ateş gibi, ansızın,
Taşlar çemberinde.

Ve anlamlıdır sevinç sözcüğü
Ölüme karşın
Kazdığı yerde yelin
Bu parlak korları.

III
Yeterliği günlerin
Ki giderler şafağa
Göz kamaşmalarıyla
Gece göğünde.

Kılıç, ağ
Artık yalnızca bir
Eldir, usulca sarılan
Kısa enseye.

Ruh, aydınlanmış,
Bir yüzücü gibidir
Atlayan, ansızın,
Işığın altına.

Ve gözleri kapalıdır,
Bedeni çıplak,
Ağzı tuzu ister,
Sözü değil.




Yves BONNEFOY
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

GERÇEK AD

Sen olan bu şatoya çöl diyeceğim,
Bu sese gece,yüzüne yokluk,
Ve sen bu kısır yeryüzüne düştüğünde
Hiçlik diyeceğim seni taşıyan şimşeğe.

Sevdiğin bir ülkedir ölmek. Geliyorum,
Ama hep karanlık yolların boyunca.
Yok ediyorum biçimini, istediğini ve belleğini,
Acıma bilmeyen düşmanınım ben senin.

Savaş diyeceğim sana ve savaşın
Gözüpekliğiyle davranacağım
Ve ellerime alacağım karanlık, delik deşik yüzünü,
Kalbime, fırtınanın aydınlattığı bu ülkeyi.

Bu koyu ışığın görünebilmesi için
Geceyle sarsılan dövülmüş bir toprak gerek.
Karanlık bir korudan gelir alevlerin coşkusu.
Sözlere bile bir öz gerek,
Bütün türkülerden öte bir kıyı.

Yaşayabilmen için ölümü aşmak gerek,
Akıtılmış kandır en arı varlık.




Yves BONNEFOY
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

YADSIMA

Bir güvercin gibi ak
o gizli kıyıda
susadık öğle üzeri:
ama tuzluydu sular.

Sarı kumların üstüne
adını yazdık onun,
ama bir rüzgâr esti denizden
ve silindi yazılar.

Nasıl bir ruh, bir yürek,
nasıl bir istek ve tutkuyla
yaşadık:yanılmışız!
Değiştirdik öyle yaşamayı.


Yorgo SEFERIS
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

DENİZE YAKIN MAĞARALARDA

Denize yakın mağaralarda
bir susuzluk duyarsın, bir aşk,
bir coşku
deniz kabukları gibi sert
alır avucuna tutabilirsin.

Denize yakın mağaralarda
günlerce gözlerinin içine baktım,
ne ben seni tanıdım, ne de sen beni.



Yorgo SEFERIS
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

STALİN'İN MİRASÇILARI


Mermer sessizdi.
sessizce parıldıyordu camlar.
Nöbetçiler sessizdi,
birer heykele çevirmişti onları rüzgâr.
İncecik tüken duman
tabutun üstünde salınıyordu.
Ölüyü geçirirlerken anıtın kapısından
sütunlardan akıyordu solukları.
Ağır ağır taşıdılar tabutu
süngüler arasından.
Ölü de sessizdi -
ölü de, o da!
sessizdi, ölüydü.
Kaskatı sıkmıştı
mumyalanmış yumruklarını,
ölü diye yutturuyordu kendini,
ama herkesi gözetliyordu
tabutunun içinden.
Kimler taşıyor kendini,
unutmak istemiyordu:
Ryazan'lı, Kursk'lu gencecik erleri
unutmak istemiyordu,
bir yolunu bulup kalkacaktı çünkü,
mezarından kalkmayı aklına koymuştu çünkü,
O toy delikanlıları
kalkıp kandıracaktı.
Bir şeyler kuruyordu.
Dinlenmek için uykuya dalmıştı sadece.

Çoğaltın nöbetçileri,
çoğaltın,
daha çok, daha çok nöbetçi dikin
o tabutun başına,
Stalin dirilir belki,
ve belki Stalin'le
Stalin'le birlikte geçmiş dirilir.
Kutlu, yüce geçmişimizi söylemiyorum,
Turksib'i söylemiyorum,
Magnitogorsk'u söylemiyorum,
Berlin'e çekilen bayrağımızı.
İyilerin bir yana itildiği günleri,
haksız suçlamaları,
suçsuzların yakalanışını söylüyorum ben.
Güzel tohumlar ekmiştik oysa.
Maden eritmiştik,
sıralanıp yürümüştük
onurumuzla.
Ama Stalin korktu bizden.
Uzak görüşlü değildi.
Siyaset dolapları çevirmekte ustaydı
ve kendine bir sürü mirasçı bıraktı
yeryüzünde.
Mutlaka bir telefon vardır
tabutunda şimdi,
şimdi Stalin
buyruklar vermektedir
Enver Hoca'ya.
Başka kime uzanabilir
o tabuta bağlanmış telefon telleri!

Hayır,
Stalin boyun eğmedi daha.
Aklınca ölümü kandıracak.
Bu anıtın içinden çıkardık onu,
taşıdık;
Ama Stalin'in içinden nasıl çıkarıp
nasıl taşıyacağız
mirasçılarını!
Mirasçıların bazıları gül buduyorlar
bahçelerinde,
dinleniyorlar,
sıranın
kendilerine geleceğini sanıyorlar yine;
bazıları da
küfürler savuruyorlar Stalin'e kürsülerde,
ama geceleri
iç çekerek anıyorlar eski günleri.
Parti her şeyle ilgileneyim ister.
"Sen kendi işine bak," diyen olursa bana,
uyuşuk olmak istemiyorum derim,
bu da benim işimdir.
Stalin'in mirasçıları
soluk aldıkça dünyada,
tabutunda Stalin
pusuya yatmış
dirilmektedir.

1962



Yevgeni YEVTUŞENKO
 
Üst