fonradar

"Yaşamdan Kesitler" (Herşeye Dair.....)

AsRoJ' Alıntı:
Merhabalar,

Yaptığımız iş nekadar zor,meşakkatli,çileli ve hayatın ta kendisi olsa bile forum sayfamızda sevginin,aşkın,hüznün ve hazanın bu kadar az ilgi görebileceğini tahmin bile etmezdim doğrusu...

Aşktan mı korkuyoruz,aşkı konuşmaktan veya anlatmaktan mı korkuyoruz,işimizle ilgili onca bilgiyi fedakarca paylaşırken duygularımızı paylaşmak neden bu denli zor geliyor.

Aşkı yaşamaya vaktimiz mi yok yoksa aşk öldü de haberimiz mi yok?

sevgili Asroj

öncelikle acaba aşk vakit ayırılacak bir şey midir.bir kitap okumak gibi, kısa bir yürüyüş yapmak gibi bir şey midir?!

sorumu eleştri olarak algılama ne olur.ya da antitez. hele ki konumuz aşksa. Aşk varsa gönül tahtımıza kurulsun. dilediğince hükmünü sürsün.

bu aşk var ya aşk. insanın bir kere kapısını çalmaya görsün. gecesi olur gündüzü olur. sevinci olur hüznü olur.baharı olur kışı olur. olur da olur vesselam. sonra....

sonra sen hayata vakit ayırmaya çalırsın. çünkü o senin benliğini sarmıştır. ve iş işten de geçmiştir.

pekiii Aşktan korkuyomuyuz.

insan aşktan değil de aşkın sillesinden korkar. ya da korku demeyelim de o uykudan uyanma halinden korkar.

yani an gelir artık dünyaya dönmen gerekir. anlarsın ki artık taş tekrar sert olmaya ateş de tekrar yakmaya başlamıştır.

işte o andan sonra korku hüzne yenik düşmeye başlamıştır.çünkü içimizde ki çocuğun eli sobaya değmiştir bir kere. cısss.

ama evvel zaman ahir zaman, o çocuk o kadar üşümeye başlamıştır ki, hüznün galibiyetini ilan eden o iki mısraya inat ,artık ne el umrundadır kalbimizin ne de ayak

"giden ne son gemidir buu

hicranlı hayatın ne son matemidir buu"

"ve aşk öldü de acaba haberimiz mi yok" ...

haberimiz olmaz. çünkü aşkın öldüğü yerde hayatta hükmünü sürmez.

ve ölüler ne duyar, ne de ağlar....

sevgiyle
 
Merhabalar...


Gidersen, cümlesi söner yıldızların, ay kahrından ölür, geceler gömülür karanlığa… Bir başıma kalırım ıssızlığın ortasında, şehir de yok olur, dağlar bile dayanamaz figanıma!
Ne yağmur kar eder yangınımı söndürmeye, ne pınarlar!
Gidersen, kıyamet kopar!
Yeryüzü kayar ayaklarımın altından, nereye saklansam, kaybolmaktan kurtulamam!
Gidersen, sürülürüm hayattan!
Gidersen, bütün şarkılar hicaz olur, bütün türküler ağıt!
Gidersen, dönülmez akşamın ufkunda kala kalırım yapayalnız!
Bir uçurumun kenarında, yüzüm gökyüzüne dönük, beklerim, beni sana getirecek rüzgarın esmesini…
Gidersen yazamam da ardından, kelimelere sığdıramam sensizliği…
Tenim nefesinden yoksun, kulaklarım sesinden, gözlerim gözlerinden, gidersen, eririm hasretinden!
Gidersen, dolup dolup boşalır kadehlerim; şarabın bittiği yerde yetişir göz yaşlarım...
Gidersen, fotoğraflar gülümsemez artık, aynalardan silinir yüzün, yokluğunun koynunda, geceler sabaha varmaz.
Gidersen, yüreğimdeki ateş bile engelleyemez titrememi…Ellerim buz tutar, ellerinin hasretinden, gözlerim görmez olur; olur ama; gönül, yine de katlanamaz.
Sevdandan başka hiçbir şeyim kalmaz. Bu beden iki yüreği, sen omuz vermeyince taşıyamaz.
Seninle paylaşmadığım hiçbir şey gerçek olmaz.
Elinde bir gül, yüzünde aydınlık bir gülümsemeyle de güzeldin ama, ben en çok yanaklarında yağmur damlaları, elimden tutarken ki halini sevdim. Gidersen, son bulur yağmurda yürüyüşlerim, yürüsem de ıslatmaz.
İster kırmızı olsun gülün rengi, ister sarı, ister sağanak yağsın, ister ahmak ıslatan, benim avuçlarımda kan, seninkilerde yağmur, toprağa karışmamızı sevdim.
Gidersen, ötmez olur bülbülüm, kahredici bir sessizlik bırakır ardında ve ince hastalık yapraklarımda, kuruyup toza dönüşür sarı gülün.
İlk yağmurda toprağa, sana karışır!
Gidersen, eksilir mevsimler; hükmü geçer zamanın; sevdasız baharlar, kahkahasız yazlar, beyazsız kışlar silinir takvimlerden, bir Sonbahar kalır, tarifsiz bir hüzün; geçtiğim her yere, dokunduğum her insana keder bulaştırırım, dünya sararır.
Yüreğim bir sahne, sen, yeri doldurulamayacak bir yıldız, sevdayı anlatıyor oyunumuz, yaşarken efsane olmuş.
Kimse senin gibi yorumlayamaz aşkı, gidersen, kapanır perdelerim, bir daha da açılmaz.
Hayat ve ölüm gibi, birimiz olmadığında, diğerimiz de yokuz.
Gidersen, çok sürmez, yakındır vuslatımız!

Nazan Danacıoğlu
6-10-2002
 
MASAL

İyi kalpli, yalnız bir adam, bir gün bir koza bulur. Kozanın içinde küçük bir tırtıl vardır. Adam çok sever bu tırtılı, onunla tüm yalnızlığını, tüm sevgisini paylaşır.
Gel zaman git zaman tırtıl büyür, güzel bir kelebek olur. Adam, kelebeğine hayran... bırakamaz bir türlü. Aslında kelebeğin aklında dağlar, kırlar, çiçekler vardır da; kıyamaz bir türlü adama ve sevgisine, yalnız bırakamaz onu. Üç günlük ömrünü sevildiği ve sevdiği yerde geçirmeye hazırdır...
Ama adam bilir ki; "sevmek bazen vazgeçmeyi de bilmektir"... Kelebeğine son kez bakar ve onu salıverir özgürlüğüne, kırlarına, çiçeklerine doğru.
Kelebek mutlu olmasına mutlu olur ama hiç bir meltem, hiç bir çiçek yaprağı adamın avucunun sıcaklığını andırmaz. Aklında adam, o çiçek senin bu çiçek benim dolaşır saatlerce...
Adam bir kelebeğe sevdalı, bakıp durur boşluğuna. Kelebekse hala konacak sıcak bir avuç aramakta...
Böylece kelebek şunu anlar: BAZEN AİT OLDUĞUMUZ YER ORASIDIR; SICAK BİR AVUÇTUR BİLİRİZ AMA O YERİN BİZE AİT OLMA İHTİMALİ BİR HİÇTİR...
Böylece adam şunu anlar: HİÇ BİR SEVDAYI YALNIZCA SEVGİYLE YAŞATAMAZSINIZ...
O günden sonra kelebek, adama duyduğu özlemi gömecek bir dağ aramaya başlar, ama gücü tükenene dek arayıp da bulamayınca anlar ki; HİÇ BİR DAĞ BİR ÖZLEMİ GÖMEBİLECEĞİNİZ KADAR BÜYÜK DEĞİLDİR...
Adamsa artık sevdasını koyar sımsıcak avuçlarına, kelebeğin yerine...

MÜGE CAN
 
Bir fesleğen kokusunda duyumsamak ve olduğu gibi kabullenmek, zamanı geldiğinde tüm zorluğuna rağmen bir gökkuşağı renginde seyredebilmek, bazen de bir annenin şefkatiyle sarılmak hayata. Her ayrılığı bir kavuşmaya döndürebilmek en zor anlarda. Beyaz bir mendil semada ayrılıklara ortak olurken, eller acı acı sallanırken ve istasyonda son bakışlar dolaşırken merhabalara yelken açmak.
Bir balıkçı gibi umutlara doğru ağ atmak ve bir deniz yıldızının yorgunluğunda kıyıya vurduğunda kendini yeniden maviliklere teslim etmek hayatın ta kendisi belki. Bir martı edasıyla acıların üstünden geçebilmektir hayatın özü belki de.Belki de geçmişi ve geleceği masal tadında yaşayabilmektir aslolan.
Ne olursa olsun hayat gerçektir. Ne uyandığında gördüğünü hayra yorabileceğin bir rüya, ne de çocukken bir uçurtma kadar renkli sandiğın hayallere benzer.Bazı an gelir deli bir fırtına gibi tutar kolundan savurur, bazen kışın ortasında baharı yaşatır gönlüne. Çıkmazlara girersin, patikadan yürürsün,yokuşlar tırmanırsın. Birgün bakmışsın düz yola çıkmışsın. Kocaman bir kutu gibidir hayat, içi süprizlerle dolu.Tahmin etme, hep yanılırsın.
Gençlik bahar mevsimidir yaşadığın ömrün. Hayat kovalar, sen kaçarsın. Sonra sonbahar gelir çalar kapını. Eskiden başında esen kavak yellerinin rüzgarı üşütür içini, kendine sarılırsın. Güz yaprakları gibi sararır düşlerin, düşlere kırılırsın. Ardından kış gelir. Peşini yaşlı bir gölge izler. Güzdüzler siyah bir sise bürünüp gece olduğunda karanlıklar serpilir üzerine ağır ağır. Yıldızlar parlasa da gözün yine karanlığın o serin o esmer koyuluğunda gezinir. Saatin sesi gecenin sessizliğinde sana yalnızlığını haykırır, sen unutmak istedikçe. Müptelası olduğun bir gülüş, özlediğin bir çift göz sonsuzlukta gözlerinden geçer durur, kimbilir kaç kez?
Herşeye rağmen kışı yaşarken bile her şafak yepyeni umutları getirmeli, uçup giden hayallerinden bomboş kalan avuçlarına. Binlerce kez solsanda bir çiçek saflığında tekrar açabilmeli ve aynada kır saçlarınla kendine gülebilmelisin. Ta ki; hayat sana sırtını dönüp gidene dek!


Melike ÇAM
 
''NIYE BEN'' DIYEN HERKES ICIN....



Brenda yamaç tirmanisi yapmak isteyen genç bir kadindi. Bir gün cesaretini
toplayarak bir grup tirmanisina katildi.Tirmanacaklari yere vardiklarinda,
neredeyse duvar gibi dik,büyük ve kayalik bir yamaç çikti karsilarina. Tüm
korkularina ragmen, Brenda azimliydi. Emniyet kemerini takti, ipi yakaladi
ve kayanin dik yüzüne tirmanmaya basladi. Bir süre tirmandiktan sonra,
nefeslebilecegi bir oyuk buldu..

Orada asili dururken, gruptan yukarida ipi tutan kisi dalginliga düserek İpi
gevsetiverdi. Aniden bosalan ip, hizla Branda nin gözüne çarparak lensinin
düsmesine neden oldu. Lens çok küçüktü ve bulunmasi neredeyse imkansizdi.
Lens yamacin ortasinda bir yerlerde kalmisti ve Brenda artik bulanik
görüyordu. Ümitsizlik içinde Brenda, lensini bulmasi için Allah'a dua
edebilirdi yalnizca..

Ve içten içe düsünüp dua etmeye basladi. "Allahim! Sen bu anda buradaki tüm
daglari görürsün. Bu daglar üzerindeki her bir tasi ve yapragi bildigin
gibi, benim lensimin yerini de biliyorsun. Onu bulmama yardim et."

Patikalardan yürüyerek asagi indiler. Asagi indiklerinde, tirmanmak üzere
oraya dogru gelen yeni bir grup gördüler. Iclerinden biri "Aranizda lens
kaybeden var mi?" diye bagirdi. Brenda'nin sonradan ögrendigine göre, lensi
bir karinca tasiyordu ve karinca yürüdükçe yavasça kayanin üzerinde hareket
edip parlayan lens kizlarin dikkatini çekmisti.

Eve döndüklerinde Brenda lensini nasil bulduklarini babasina anlatacak ve
bir karikatürcü olan babasi da agiziyla lens tasiyan bir karinca resmi
çizerek, karincanin üzerindeki baloncuga bunlari yazacakti:

"Allahim! Bu nesneyi neden tasidigimi bilemiyorum.

Bunu yiyemem ve neredeyse tasiyamayacagim kadar agir. Ama istedigin sadece
bunu tasimamsa, senin için tasiyacagim..."



"BU YÜKÜ NIYE TASIYORUM" diyenlere.....
 
Kitaplar okudum bazen
Bazen şarkılar dinledim
Beni bana anlatacak
Ya da hayatı
Ya da aşkı
İdollerin peşinden gittim kimi zaman
Yollarında bulurum sandım
Çözülesi büyük kerametleri
Uzun sohbetler ettim
Biri dillendirir belki dedim
Doğruları, yanlışları
Yasakları ve buyrukları
Sonra birden FARKETTİM
Dikiliymiş gözlerim
Kulaklarım tıkalı
Dudaklarım tek çizgi
“FARKINDALIKMIŞ” tüm yazılanların ve söylenenlerin ana fikri
Tek sözcük yetti
Ben de “ Yetebilirim “ artık
FARKINDA olduğum sürece
FARKLILAŞTIĞIM sürece
 
YOLUMUZDAKİ ENGELLER

Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu.

Bakalım neler olacak?.

Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar
vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu.

Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde.

"Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral.

Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir
ders almıştı.

"Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır."
 
Üst