uyumsoft

Niye Şiir Olmasın!!!

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan heerdeem
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

ÜSKÜDAR

Ak libasına sarınmış lacivert akşam
Sönmüş yangın ıssızlığında karşı kıyı
Işıltıyla bakıyor tambur rengindeki cam
Dingin gülüşünün derinliğinde

Durmadan akıyor ve sürüklüyor anlamı
Ahşabına zamanı sindiren yalı
Yakamoz titreşiminde karar kılan
Hüznü hüzzamda vuran bir ses aramalı

Eski ormanların yetim dalları yaban
Tutuşmuş bir nefes huruç ediyor
Yankılanan ezgisi takılıyor ağlara
Su sesi saydamlığında bir bakıştır o an

AYDIN HATİPOĞLU
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

VAPUR...

Seherdir
Sokaklarda kendine şaşan tek tük ayak sesleri
Kimi kez tarlalar sürer gibi
Dalıp gider çizgisine cıgara dumanının

Bir vapur kalkar istanbuldan
Her yanı istanbul olan bir vapur
Döner çark
Döner çıkrık
Canavar düdükleri
Polis düdükleri
Ve vapur
Uzak
Buruk
Kanar yüreğinde yanık bir sevda türküsü
Yüreği
Kırık
Sanki yenicamide bir güvercin vurulur
O saat venedikte güvercinler

Elleri ne kadar güvercin
Birbirine bağlanıyor
Gözleri özgür
Bıyıkları gür
Çığlık çığlığa martılar
Çark çark
Çıkrık çıkrık
Çark çıkrık
Çıkrık çark
Bir vapur köpük köpük rıhtımdan ayrılıyor
Bir vapur telaş telaş
Tırnaklarım avucumu deliyor
Cıgaramı çiğniyorum apacı
Dönen dünyadır bu gıcırtıda
Duyulur
Kara vagonlarda hiçlenen bir serserinin
Bütün bunaltısını yüklediği bir vapur
Bir vapur
Bir kelepçe
Bir abdülhamit
Dönüp bakmıyor yedi on yolcuları elleri simit

Seherdir
Kendine şaşan tek tük ayak sesleri
Doldurur sokakları
Kuşlar daha karışmamıştır şehrin gürültüsüne
Ağaçlar daha bir ağaçtır bu saatlerde
Uzak uzak yankılanır su sesleri
Uzak uzak kurbağalar

Seherdir
Yiğitlere su vermekten döner kızlar
Bir kadın uykudadır
Bir kadın uyanık
Bütün bardakları sevgiyle doldurup
Yüreklerine akıtıyorlar
Sonra bütün yüreklerini sevgiyle doldurup
Hayır diyorlar
Pişman değiliz
Vapura telaş telaş bindiriliyorlar
Vapur baştan başa istanbul
Bir vapur
Bir kelepçe
Bir istanbul
Döner çark
Döner çıkrık
Çark çark
Çıkrık çıkrık
Çark çıkrık
Çıkrık çark
Bir kadın
Yüreği kırık
Gözleri özgür ya bu çok önemli
Başka hiçbir durumda bir insanın gözleri
Böyle özgür olamaz
Ve başka hiçbir durumda bir insanın gözleri
Bir selamı böyle sıcak alamaz
Gün doğar
Kimseleri şaşırtmadan yeşerir kavga
Bir umut
Bir çığlık
Bir yenilgi
Bir kadın bir çocuğu büyütür usulca
Nasıl büyütür kimseler bilmez
Nasıl sarar sevgilerle
Nasıl besler umutlarla
Kimseler bilmez
Bir yokluğu bir yokluğa katarak
Höllüğünü ince eler büyütür

Bir vapur
Ayırır anayı yavrusundan
Bir vapur bir tel örgü bir istanbul
Canavar düdükleri havada vızıldar
Bir ananın süt damarı sızılar
Yavrum yavrum
Başörtüsünde ömürlük çilelerin dokuması
Bir kahramanlıktır analık
Bir mermeri yontar gibi sabırla
Değişen dünyadır yeşeren kavgada

AYDIN HATİPOĞLU
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

VE

Haydi tut ellerimi sıcacık yürüyelim
Bulanık bir sonbaharı saçlarına sindirerek
Eski coşkular yoldaşı çınar gölgelerine
Bastırılmış tutkuların deprem kuşaklarına
Hırslı çocukların yürüdüğü sokaklara
Al kurumuş yapraklar gibi sakla bu hüznü

Ölümle oynayan çocuklardık daha
Alaca gömleklerimiz sızıyordu tenhalara
İşte yine pencereden atılmış
İntihar süsü verilmiş bembeyaz bir yüz
Bir kadının sevdasını bıçaklıyor güz
Herkes dulbaşına kalıyor
Çiçekler çürüyor
Çürüyor solgun dostluklar

Bir nabız vuruşu duyulsun tut
Ölü kentin aylak karıncaları saklasın suskusunu

Devinsin sarhoş yosunlar durmadan
Edilgen kaygıların burgacını tırmanalım
Tutunalım karanlık dallarına selvilerin
Kimselerin duymadığı çığlıklarımız
Ulansın birbirine
Tut ellerimi sıcacık tut.

AYDIN HATİPOĞLU
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

YALNIZ KARANFİL SOKAĞI

Rüzgârın rengi hazan
Yalnızlığa değiyor
Bıçak kesilmiş ufuk
Kavrulmuş un kokuyor

Çocuk gözümde ölüm
Suya düşmüş yaralı kuş
Düşe değiyor ellerim
Umutsuzluğu okşuyor

Kuşlar ki en kadim yerli
Surlarında eski kentin
Giderler bir eski kentten
Bir eski kente giderler

Güneşin rengi sevda
Sesinde papatyalar
Çalar yorgun bir zamanı
Bulut katarı anılar

Parkın sevdiğim yanı bu
Ben gelince herkes gelir
Dokunsa elime elin
Bütün güvercinler uçar

AYDIN HATİPOĞLU
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

YAPRAK

Karanlık sıvışıyor
Korkunun denizleri saydam değil
Uyanıyor düşlerinden ırmaklar
Suda hüzünlü bir yaprak
Okşuyor saçlarını duygusallığın
Bir çiçeğin maviliği
Doyuruyor ergenliğimi

Karanlığı bir çam dalı başlatıyor
Önce ormanlar vardır
Dalgın çocukların sevdalarında
Rüzgarlar mı taşır hala
Eski çağlar baltasını
Gecenin bahçelerinde
Irmak kımıldıyor
Suda sevdalı bir yaprak
Ölümün tarihini yazıyor
Ve ırmak
Dağıtıyor yalnızlığı
Akarak
Kırmızı ve yeşil
Kendini bir yumruk gibi savuran
Suda çılgın bir yaprak
Coşku bir göçmen kuş çiziyor
Mavi defterine tutsak zamanların
Kırlarla
Dağlarla
Sevdalarla
Yaşanan
Nerdeyse gökkuşağı kadar kahraman
Suda ölü bir yaprak

AYDIN HATİPOĞLU
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

YÜZLER

Yüzlerinizde izliyorum yaşamın yansımasını
Acısı susulmuş rengi içe atılmış
Yüzleriniz aynasıdır yüreğinizin
Yanmış kavrulmuş yüzleriniz
...
Kiminiz gün görmüş hep gün görmüş hep
Şeftalibaharı tenli bakışları tafralı
Kiminiz hin kiminiz cin kiminiz hiç bakışlı
Çiçekbozuğu kiminiz şark çıbanlı urfalı

Avurtları kemirilmiş duruşu hüzzam
Sarı kara göz akları göz altları mor
Yanakları pörsümüş örselenmiş saçları
Limonküfü doyumsuzluk derin çizgilerinde

Kimi candan dudağında gülüşü
Kimi içten pazarlıklı hınzır sakallı kimi
Kiminin çeyiz umutlarında allanmış yanakları
Bir iz yaşanmışlıktan bir iz yaşanamamış

Siz yüzünde yaşamın çeliği parıldayan
Sıkılmış dişleri çene kemikleri sağlam
Sen gözleri derin kuyular gibi duran
Elmacık kemikleri solgun adam

Benzi onur kırığı ufku deniz
Ey su damlasındaki giz
Yaşamın şehvetindeki yüz
Ölürüm sizi yazmasam

AYDIN HATİPOĞLU
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

ARKADAŞ

Arkadaş, iyi bir günü
Sakla kötü günlere
İyi dostu da öyle
Güleç bir yüzü de sakla
Sakla yiğitliği korkaklığı sevgiyi
Kini sakın saklama

Ağaç dik, sula çiçekleri
Çocukları görünce gülsün gözlerinin içi
Üç günlük dünya
De, bağışla herkesi
Söz götüreni, söz getireni
Kalleşi hayını sakın bağışlama

Arkadaş, ezberle ya da yaz bir yana
Otogarlarda, istasyonlarda
Ayrılık sözlerini
Hastanelerde, mapusanelerde
Söylenen türküleri
Ezberle ve sakın unutma

Ali Püsküllüoğlu
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

AŞKTIR GERİDE KALAN

İnkâr etmem aşkı
Ağzı bir elma tadı ağzımda
Sevdiği oyuncaklar
En güzeli mızıka
Derken geçer gider birdenbire
Güzelim yaz
Eylülle hüzün
Türkülerde yağmur
Uykusuz geceler ki
Çoktaaan unutulmuştur
Severdi her şeyi
Yollar uzun yürüse
Küçük çakıl taşları, birkaç sümüklüböcek
Bir serçe

Ali Püsküllüoğlu
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

BEHÇET'E AĞIT

Herkes bir şey söylüyor
Kimi aşk diyor kimi ilkyaz
Böyle yapar insanı,
Ama hiçbiri bilmiyor biraz

Dön kendi kendine
Dön kendi kendine, başım!

Kaç Samanyolu fışkırır düşlerinden
Kim bilir kaç dağ çiçeklenir
Kaç deniz ölür kaç ozan yanar
Bükülür boynun senin, ey şiir!

Kal kendi kendine
Kal kendi kendine, düşüm!

Çavdarların biçildiği tarlalarda
Gece, Ay daha güzeldi
Ve gölgeleri ağaçların
Daha bir uzar giderdi

Ak kendi kendine
Ak kendi kendine, yaşım!

Ali Püsküllüoğlu
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

ÇOBANIL

Ey tarlakuşlarının titreşip durduğu masmavi geniş alan,
Güz geldi mi çiylerle ıslanan kırlar,
Ey kül renkli ve iyi niyetli gökyüzü!
Bulutlarını yola çıkar
Ve kurşuni bir sessizliğe boğ toprağı.
Yine de
Ve yalnızca
İpince
Bir yolda, uzak bir çavlanın sesiyle gürle.

Bir adam soruyor bana: Ata binmeyi unutmadın ya?

Bir dağ doruğu gibiydi, karlı
Ve çığ salacak,
Sonsuz, diri fırtınalarla yüklü
Tepelerde, otların üstünde ilk kar
Ve sevdiğim şıvgacık fidan, yolun üstünde.
Güz yeliyle savrulup duruyor
Ve toprağa
İyice
Yaslanıyor, dökülüyor yaprakları, güzle.

Bir adam soruyor bana: Ata binmeyi unutmadın ya?

Kim bilebilir, bir tek ağaç bile olmazsa
O eski, sonsuz ormanı? Sular
Oluklardan teknelere dökülse de.
Atlar
Yeni bir koşu tuttursa da.
Kim durdurabilir düşleri, ey gece
Gözler
Açık olsa da?

İşte yanıtım:
Ey tarlakuşlarının titreşip durduğu masmavi geniş alan

Ali Püsküllüoğlu
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

ESKİDİKÇE

Güneşi karşılıyoruz mutlu çığlıklarla öperek,
Dağı, ovayı
Yüzyılların uykusunu
Otu, börtü böceği,
Bir kanat vuruşta uçan kartalı,
Ağır akan ırmağı,
Ağzında dünyayı taşıyan leyleği,
Korkunç bir yalnızlık duyan karacayı.

Yaşamak süsler eklemektir sonsuz gerçeğe
Derin bir soluk almak gibi
Pencereden dışarı bakmak gibi gökyüzüne,
Bir kırlangıç uçmak gibi
Kök salmak gibi toprağa;
Ölümse, açılan bir eski zaman sandığı.

Zaman diyorsun, bir çingene gibi karşıma çıkıyorsun o zaman,
O zaman zaman kaçıyor;
Kim tutabilir şimdiyi dünü eskiyi
Ölümlerden ölüm beğeni
Kırk katırı kırk satırı?

Saçlarında güller, karanfiller, dünyanın en güzel kırları,
Saçında gelincikler, sabah çiyi ve tarlakuşları
Çizmeli kedi
Yedi derya geçen şehzade
En güzel sırma tel
Sabahın yedisi ve ıssız göl
Ve güneşin hiçbir şeyi
Güvercinlerin çığlığı!

Yüz çocuk ırmağa koşuyor
Bin çocuk daha
Ve yanıyor ayakları kumlarda
Tozda ve küllerde ve saçında.
Anılar eskidikçe, insan yaşlandıkça
Kavağın gölgesi suya düştükçe
Rüzgârın sesi ve sis, odaya dolar
Ve dağlar uzakta çok uzakta
Şimdi, şu sabah gibi güzel oldukça
Kırıldıkça kırağı.

Uçuşunu görmek güvercinlerin gökte
Beni bir çocukluk anısı gibi duygulandırıyor;
Görmüyor güneşi akşam ezanı köyde.
Yalnız sular mı uykuya varacak dağlar kayalar mı şimdi?
İşte çam çıraları da bitti
Haydi sen de var uykuya:
Çöksün üstüne gecenin karanlığı!

Ali Püsküllüoğlu
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

GÜNÜN HERHANGİ BİR SAATİ

Bir yıldız, bir karanlık
düştü şavkı suya.
Çok değil burda artık
(ülkem için) gözyaşı
azıcık, birkaç damla.

İşte bir gün daha bitti
çocuğun gözleri doldu.
Kuyunun suyu çekildi,
gidip geliyor (gölgem)
her zaman hiçbir zaman arasında.

Nerde haziranlar nerde temmuzlar
açan her gül?
Bir düş solar
(saati yürür) çünkü,
inceden, acıyla.

Çekilmiş olsam da bir köşeye
gözlerimi yummuyorum
hiçbir şeye,
(hayır, diyorum) hayır
yüz kez, bin kez ve daha.

Yok olmaz, biliyorum
söylenmemiş bir söz bile.
Gün ışığı mı yitecek
gece karanlığı mı (diyorum)
bilinmez ama.

Bir yıldız, bir karanlık
işte bir gün daha bitti,
çok kalmadı sabaha.
Saati yürüyor günün
her zamanla hiçbir zaman arasında.

Ali Püsküllüoğlu
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

ŞİİR TANRISINA YAKARIŞ

Bağışla unutmuşsam, unuttum
sanma yine de;
Yalnız ve kimsesiz
bir salkımsöğüt bozkırda
ve solgun suları durgun bir deniz
gibiyim şimdi;
saçlarımı dağıtmakta
şafağın tatlı eli.

Haydi çöz şu kelepçeyi, bu dağı
bilirim ben: Pınarlar akar, sessizce;
tanırım bu ormanı,
bilirim keçiyollarını her otu, her ağacı,
her dereyi;
duyulan, kuş sesleridir;
bırak da dalıp gideyim sonsuz kıra
yaşlı ruhum, gövdemle.

Ya da çöz dilimin bağını
duysun çığlığımı dünya!

Ali Püsküllüoğlu
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

YAŞLANMIŞ BİR GEMİCİ GİBİ

Ben bir korsan gemisinde doğup büyüyen
Denizciye benzerim,
Kalbim kavgalara ve fırtınalara alışık;
Tayfalar gibi canım sıkılır karada
Bir hasta gibi eririm.

O dalgalar ki açık denizlerde
Korkunç yolculuklarımda benimle birlikteydi;
Her çığlıkta martılar selamlardı beni
Günlerce yemsiz kalmış martılar.

Ali Püsküllüoğlu
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

ALACA AYDINLIKTA

Yıkıcı dost'a

Gel de yürürken hiç konuşmayalım
Bir yanımız güvercinler, parke taş altımızda
Bırak Çıkrıkçılar Yokuşu orda dursun
Nasılsa vur emri çıkartıldı adımıza.

Nasılsa biz demeyi öğrendim, nasılsa
Şimdi ben dedikçe de sen geliyorsun aklıma.
Dünya bizim dışımızda, nesneler dışımızda
Konuşmak anlamsız, vur emri var hakkımızda.

Sevgiler de vurulur, bunu biz biliyoruz
Nesneleşen sevgilerle, yüzükle, gülücükle
Giysinin üstünde duruşunu ondan seviyorum
Gövdenin içinde kıpırdayışı ondan.

İnsandan kaçanlar olur yurt dışına
Sevmekten kaçanlar olur aile-içinde,
Kaçanlar olur yaşamaktan, yaşamları boyunca
Ve vur emri çıkartılır bizim adımıza.

Bırak Çıkrıkçılar Yokuşu orda dursun
Tüllerle, koltuklarla, yatak ve yorganıyla,
Bırak arkamızdan gelsin tarihçiler
Ve aramızı belirlesin omzundaki küçük çanta.

Gel, ve artık hiç konuşmayalım
Bir yanımız güvercinler, parke taş altımızda
Bırak Çıkrıkçılar Yokuşu orda dursun
Nasılsa vur emri çıkartıldı adımıza.

Ali Cengizkan
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

ANKARA ANKARA GÜZEL ANKARA'DAN

sunu

Ankara bir düşler kentidir. Kentin kendisi insanları düşler dünyasına taşıdığından
değil: İnsan Ankara'da düş kurmadan yaşayamaz da ondan. Ya yönetimle ilgili
bir düşünüz olmalı, ya mutlulukla ilgili; ya iyi insanlıkla ilgili bir düşünüz
olmalı, ya da iyi sanatçılıkla ilgili. Düşlersiz yaşanamaz Ankara'da: Çünkü
ufuklar sınırlıdır dağlarla, geniş bir ufuk düşünüz yoksa. Çünkü dereler sığdır
ve 'denetim altındadır', göğsümüzde yüreğimiz bir çağlayana kaynak
oluşturmuyorsa. Çünkü Kale terkedilmiş gözükür uzaktan, içimizde taht
kuran/hüküm süren, astığı astık/kestiği kestik ama sırasında kendini de kesen
bir yönetim yoksa. Çünkü ilişkiler köhnemiş, 'memurin' ve hesaplıdır,
yaptığınız herşeyi karşılıksız yapmıyorsanız. Onun için de Ankara bir düşler
yatağıdır, onun çorak bir ülke, tozlu bir kent, kısır bir yaşam ve çeşnisiz bir
toprak olduğu bir yana bırakılırsa.

İşte bu şiir bu düşleri anlatır. Ve aşk delileri, mal delileri, göz delileri,yorgan
yüzlüler, melekler, körler, sağırlar, dilsizler, sıkmabaşlar, açık bacaklar,
şaşılar, uygunadımlar, beyinseverler, topatanlar, ayran kanlılar, koltukçular,
yarım pabuçlar, zenneler,kırık boyunlular, boksör köpekleri, telli bardaklar,
yaylı sazlar, dost ölüleri ve diğerleri adına ve onlar için yazılmıştır.



II. KARANFİLLER VE İNSANIN HUYU

Bakanlıklardayım. Elimde bir kırmızı karanfil.
Hiç aklımda yoktu, hatta romantik bulurdum
ama önünden geçerken çiçekçinin, beni al dedi
aldım ve yapraklarında kayboldum, küçülerek
küçülerek, çünkü karşımda duvarlarında hâlâ
o kurşun delikleri olan
(delikler 22 Şubat, 21 ve 27 Mayıs'ta açılmıştır)
1933 Alman mimarisini anımsatan
uzun kolonlu,yayvan, suskun ve kendini ağırdan satan
bir bina var. Yıl 1983. Ve ben dört yıl öncesini anlatıyorum.

Dört yıl öncesini anlatıyorum.
O zaman henüz kurşun delikleri beşinci kez sıvanmamış
köşedeki parka bir ağlayan kadın heykeli konmamış
ve yerler parke taşla kaplanmamıştı.
Öğle vakti ben
kendimi çiçeklerle avutuyorum:
Yeşil kurtarıyor bazen.
Üç dakika sonra o geliyor
topraktan bir gelincik fışkırıyor
siyahı kaşlarına, ah, kırmızısı esmer tenine benzeyen
ve ben o gelinciğin ellerini tutuyorum
yeni yıkanmış, ıslak, pembe
gözlerinden bacakarasına doğru inen su burda işte.

Kırmızıdır su senin bakışından
yeşil bir serinliktir Ankara'da
o çeşmedir Kale'de birdenbire karşınıza çıkan
çünkü kırmızıdır su benim aşkımdan.

Kim derdi ki dört yıl sonra bu şiiri yazarken
Nâzım'dan elalıp bu şiiri yazarken
bütün akarsular kurumuş olacak
(zaten Bentderesi'nin üstü çoktan kapanmıştır)
Abdi İpekçi öldürülecek, ismi bir parka verilecek
(Sıhhiye'dedir park, büyük bir gölü vardır)
yani akarsu yerine durgun ve yeşil su yeğlenerek
(zaten Cumhuriyet'te hep böyle yapılmıştır)
dahası
kim derdi ki yanımda sen olmayacaksın diye.

Hepsi bitti. Karşıda Millet Meclisi
hâlâ eldeğmemiş bahçesiyle duruyor.
Bâkir ve temiz. Yaşanmamışlığın temizliği.
Biraz da sevinçli Halkevleri binasını yıktırdığı
ve bahçesini dörtyüz metrekare daha genişlettiği
halkı içinden temelli attığı
ve kendisini millete verdiği için.

Hepsi bitti. Bir kumru gördüğümde
(Ankara'da ne kadar da arttı kumrular, bilemezsin
belki aşktan, belki ayrılıktan diyorlar)
işte ben bir kumru gördüğümde
haberini alıyorum bahçesindeki heykelin.
Biraz büyükmüş.
Biraz mağrur
biraz sade
biraz ezik
dururmuş öyle.

Bakanlıklardayım elimde kırmızı bir karanfille.
Hangi bakanlık mı, kuşkusuz gönlümün bakanlığı.

Ali Cengizkan
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

AZ KAN ÇOK TER

Dökmekle kendini yükümlü sanıyor, zafer!

Çünkü her kapının ardında bir küçük kuş öter,
Her paspasın altında bir anahtar, büyüklüğünü
Onu bulan anlar. Tanınmamış gibi davranmak
Nedense karanlığı deler sanılır... Oysa ter
Kan ve karanlıkla birliktedir hep, birlikte ve
El ele gezer yarasalarla, bağda, vınlayarak
Kulakların dibinde, çünkü bilir onlar, mekânın
Her gece yeniden açıldığını, her bağın iki
Mekân anlamına geldiğini zamanla el ele, ve hele
Güzergâhından sapsın yolcu, hele elinde keser
Ve çapa, köşeden dönsün, elinde kayısı dolu sepetle
Entarisini savuran kız kimliğinde, her gün, her
Güneş
Batar.

Kan
Dökmekle kendini yükümlü sanıyor, zafer;
Yanılıyor!

Ali Cengizkan
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

BAĞIMLI ŞİİR'DEN

I
Bütün gün kırlarında dolaştım yurdumun
Oynak tepelerinde, ayartıcı ovalarında.

Bütün gün kırlarında dolaştım senin
Bir avuç toprak arayarak, boş, serin
Oysa ne kadar anlamsız tarihsiz bir toprak
Tarihsiz bir ev, tarihsiz bir insan aramak,
Bazı şairlerden sonra geçti artık
Geçti artık bazı şeyleri anlatamamak

İşte bir sürü bitki, adını bilmediğim
Kuzukulağı, devedikeni, ısırganlar yanında
Sarı ve kızıl açan, bildiğim, görmediğim
İnce gövde, narin yaprak, al dudak
Yere yalıcı, sarılıcı, gramofon
Kimbilir hangi derde deva

Bütün gün kırlarında dolaştım senin
Yaşamak bir yanımda aldı başını gitti
Bir yanımda besleyici ve yabanıl otlar
Biryerlere bağladılar beni, adlarını bilmesem de
Kenetlenmişler ya ayrıkotları kadar sıkı
Biryerlerde, biliyorum, bulabilirdim.



II
Akşam tütün dumanlarıyla inerdi soframıza
Ve biz, o çocuğu görürdük aramızda:

Nedir bağımsızlık, bağımlı olmak mı
Bir kuşun gülüşüne, bir kızın kanadına?
Hazırlop bir ömür... Ben yokum buna.

Doğrudur, bir süre şöyle söylenebilir:
Bağımlılıklardır bağımsızlığı oluşturan.
Oysa küçük şeylerdir büyükleri yaratan.
Hem kim bilebilir küçük yanlışları
Büyümeden?... Bir mesleğin seçimi
Elleri kansız bir katil yaratabilir,
Bir yaşamın seçimidir, derim ben.
Bir kızın seçimi
Bir oğulun seçimidir bir bakıma.

Bir süre bunlar söylenebilir, doğrudur
Ama hangi bağlamda?... Şimdi sen ey şair
Bağımlısın şiire. Ama bağımsızsın da
Bağımlı şiir, dedin ona, köpeksi gülüşünle
Oysa biliyorsun; senden daha özgür:
Seni astılar mı ölürsün, o yakılsa da kalır.
Seni övseler, şımarırsın, o kendini korur.
Seni sevseler, büyürsün, tek ayrıcalığın burda.
Bağımlıdır şiir de, evet; insana.

Denizi düşün; bir oluşumdur, devinir.
Bir bütündür, ama parçalanır dalgalandığında
Yine de kuruduğu görülmemiştir ırmaklar gibi
Bir trajedidir onu besleyen ırmakların kuruması.
Bir süreçtir, suyun tarihiyle eşanlamlı.
Bir halktır, suyun tarihiyle eşanlamlı.
Bir düşünce, suyun tarihiyle eşanlamlı.
Bir damladır, okyanusun büyüklüğüyle özdeş
Eh biraz büyümüştür kısacası.

Yani küçük şeylerle gelindi bugüne.
Küçük bankalarla, küçük bonolarla, küçük tahvillerle
Küçük gayrimenkullerle gelindi bugüne.
Küçük adamlar, küçük mülkler büyüdü birdenbire
Ve küçüldü ülke... Bu böyle bilinmeli
Şimdinin bilinmesi yetmez
Onu geleceğe yetiştirmeli:
Küçük bağımlılıklarla gidilecek bağımsızlığa
Ve haykırıyorum işte: Yaşasın ... Ülke!

Nedir bağımlılık, işte bir söz
İşte bir urgan sıkıyor boğazımı.

Çocuklara koyun benim adımı

Gördüğünüz gibi yitirdik isimsiz kahramanımızı
Yarattığımız gibi yitirdik... Şimdilerde
Akşam açlık kokularıyla iner sofralara
Ve sokaklarda onlar dolaşıyor... Hâlâ.

Ali Cengizkan
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

DAYIM GÜL TAKARDI GÖMLEĞİNİN YAKASI

Ve canlıymışçasına, hergün onu sulardı.
Yağız tenindeki su buharlaşsın diye
Düğmeleri en bıçkın küfürlerle açardı:

Çiçekçiydi, yaprak bitlerini öldürmeyen.
Fotoğrafçı, savaş yıllarına rötuş yapan.
Meddahtı, her akşam eve gülücükle gelen.
Kumraldı, çocukları hep karısına çeken.
Uzun boylu, kendisine palto diktirmeyen.
Sebzeciydi, domatlarını hiç yemeyen.
İşadamı, hasırdan başka minder bilmeyen.
Dindardı, ezan okunurken rakı içmeyen.
Gözlüklüydü, gözleri daha da büyüyen.
Gezgin, İzmir'in parkelerini denetleyen.
Balıkçıydı, elleri suyla nasır tutan.
Nikotinman, sigarası bağlanarak uzayan.
Diplomattı, kokteyle pantolonla giden.
Yatırımcı, geceleri ailesini besleyen.

Dayım gül takardı gömleğinin yakasına
Seni görse, eminim, mutluluktan ağlardı.

Ali Cengizkan
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

FAZIL SAY İÇİN PRELÜD

İçten içe nasıl ses verir insan kutusu
Patlar sızan bir gaz ya da tortu
Nedir bu, içimizdeki müziği arıtan
Taşıran dışa, taşıran son damla,
dışa

Bir teni yatıştırmak gibi bir tenle
Bir bedeni yanına koymak için başkasının
Geçmiş, gelecek, gelenek arasına
İnsanın camına, cam
yoldaşına

Bırakın kuramı, bugün var yarın yok
Bu ince billur kabı yaşamın
Taşsın kendi dışına sonsuz sıvı, taşsın
Aşk, aşk olsun
Fazıl'a.

Ali Cengizkan
 
Üst