uyumsoft

Niye Şiir Olmasın!!!

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan heerdeem
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

YAŞANMIŞ

Sana alacakaranlıkta bile bakarım
Saçını okşarım gözyaşını silerim
Kokun duman olur durur üstümde
Adını söylerim içimden
Yalnız adını söylerim
Bir de belini örterim
Gözlerinin ışığında yaparım bütün bunları
Gözlerinin ışığındaki alacakaranlıkta

Sana alacakaranlıkta bile varım
Pek konuşmam
Oturur seni dinlerim
Sesin cıvıldar durur önümde
Adını söylerim içimden
Yalnız adını söylerim
Bir de ateşe değermiş gibi öperim
Acılarının ışığında yaparım bunları
Acılarının ışığındaki alacakaranlıkta

Süreyya Berfe
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

YENİ AŞK

Yanında oturan ben değilim
Zamanla dirilen anılar

Sorular soran ben değilim
Pişman eden merak

Geçmişi kabartan ben değilim
Yeni biten maceralar

Seninle yaşayan ben değilim
Yere düşen yaprak

Duygularını şaşırtan ben değilim
Gelip geçen acımalar

Kolunda uyuyan ben değilim
Uzaktan gülen aşk

Karşında ağlayan ben değilim
Yürekte esen rüzgâr

Süreyya Berfe
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

YENİ GÜVEYİ

Davullar zurnalar arasındaki şaşkın güveyi
Yürümek isterim son yolunu
Uyumak son geceni
Görmek isterim düşünü
Erginliğinde tanıdığın hayvanlarla boğuşmanı

Ah toy güveyi
Gelin geliyor gelin
İç biraz daha
Bir kurşun daha sık
Gelin geliyor gelin
Tayını tanıdığın atla

Süreyya Berfe
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

RÜZGAR

Bayrakları birbirine
benzemese de ülkelerin
bir ağızdan söyledikleri
barış ezgisini
yankılatır rüzgar
direklerine çarpan
iplerinin

Savaş alanında
silahların sustuğu saatlerde
mektup yazacak
bir ailesi olmayan askerin
yaptığı kağıt gemiyi yüzdürür
arkadaşının kan
gölünde

Karıştırır martıların oyununa
çocukların getirilmemesi
rica olunan davetiyelerin
arkasına yazarak
Galata Kulesi'nden
attığımız son sözlerini
erdal eren'in

Usulca siler
patika yollardaki
nal izlerini
ve açıp pencereleri
korkutur aniden
tanrıça heykeliyle sevişen
müze bekçisini

Beklediğimiz sensin ey özgürlük
kaybolur izleri
bütün işkencelerin
bir gün çıkıp gelirsen
nasıl ki katlanmış hüznünü
unutuyorsa o anda
rüzgara açılan bir yelken

SUNAY AKIN
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

SANA YAKIN

Bir dostun sıcaklığına
Öylesine
Yaslamak istiyorum ki başımı
Ya omzunu uzat sevgilim
Ya da telleri kopuk
Bir kemanı

Kanadının altına sığınacak
Bir kuş arayan
Eskimiş saçak gibiyim sensiz
Yada bütün balinalarının
Kıyıya vurup intahar ettiği
Bir deniz

Bir hitit çanağıyım
Toprağa gömülü
Ve sen
İlk kazısını yapan
Bir arkeolog ürkekliğiyle
Ellerinin arasına
Al beni

Tek dileğimdir çünkü benim
Sana yakın bir sunay akın

SUNAY AKIN
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

SERÇE

Ayak izleri
ki görülmez
kar kelimesinin
geçtiği her şiirde
yiyecek arayan serçenin

SUNAY AKIN
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

SERÇE VE KEDİ

I
Toprağın altından bağlanıyor
artık telefon telleri
ve bir telaş
yüreğini sarıyor serçelerin
gördükçe kedileri

II
Anlar mı serçelerin
neden göç etmediğini
sobanın kurulmasını
bekleyen
kedi

III
Yalnızca rüzgar gelir
ölü bir serçenin
cenaze törenine
ve usulca
kımıldatır tüylerini
kediden önce

SUNAY AKIN
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

SEVMEK

Saçak altına sığınmış
göçmen kuşun
kar tanecikleri arasında
düşen beyaz tüyünü de
görebilmek

İşte
sevmek

SUNAY AKIN
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

SÖZGELİMİ

Sözgelimi
bir cenaze törenine
katılır gibi yürüyorum sokaklarda
ve iğneyle tutturulmuş
çocukluk fotoğrafım
gülümsüyor ceketimin
yakasında

Son dileği
asılacağı ipin üstünde
yürümek olan
bir cambazım sözgelimi
cellatın düğümleyerek
boynuma geçirdiği ip
düşürüyor sonunda beni
her gösteride alay ettiğim
yaşamdan

Bir mehteranım sözgelimi
çalgılar arasında
yürürken savaş alanına
üç adımda bir
geriye döner
ve yaşlı gözlerle anarım
sevgilimi...

SUNAY AKIN
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

ŞEMSİYE

tozlu bir şemsiye durur
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla

anımsar mısın bilmem
yağmurun bardaktan
boşanırcasına yağdığı o günü
hani şemsiyeyi iyice çekip başımıza
dudaklarımla hesaplamıştım
yüz ölçümünü

nicedir sokağa çıkarmıyorum
şemsiyeyi
korkuyorum çünkü
kapısı açık kafesinden
uçan bir kanarya gibi
beni ikinci kez terk etmenden

yanıt alamayacağımı bilsem bile
yanına gidip
sorarım hergün şemsiyeye
altında elele
nasıl görünürdük diye

SUNAY AKIN
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

TELAŞLI PENGUEN

Aşkımız bitti
yüreğim burkularak söylüyorum bunu
çünkü bir yangın kovasının
içindeki durgun suda
beyaz bir kelebeğin boğulması
gibi garip oldu sonu
Aşk ki ay değil
güneş tutulması diyordum
dudak büküyordun bana
oysa ilkokul bahçesindeki çocuklar
ellerindeki isli camların ardından
gülüyorlardı sana
İnanmamıştın aşkın
bir elbise hırsızı olduğuna
ama köşesinde
kedinin uyudugu bir yatakta
çırılçıplak bırakmıştı
her ikimizi de
Giderken bir buzdağı gibiydin
sıcak sulara doğru yüzen
ve doruğunda
bir çift bale pabucunun
asıldığını söylüyordu
eteklerindeki telaşlı penguen
Bakakaldım
bindiğin taksinin ardından
onlar ki her mevsim
sarı birer sonbahar yaprağıdır
terk ettigin kentin sokaklarında
rüzgarla savrulan

SUNAY AKIN
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

TİCARET

Çocuk hastanesinin
karşısındaki oyuncakçı
gün geçtikçe artan
kazancı için
şükreder Tanrı'ya

Yem satan ihtiyarın
yıllar önce kanatlarına
taş attığını bilmeden
her sabah aynı meydanda
toplanır güvercinler

Ve kitapçı tezgahının
en önüne sıralanır
bir şairin
öldükten sonra
bütün kitapları

SUNAY AKIN
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

TİK TAK

Ne kadar aradıysam
suyunda bulamadım tak'ları
zaman denilen kuyunun
yüzümde bu yüzden
yalnızca tik'lerini taşırım
çocukluğumun

Yarısını tuttum
çocuk doktoru
olmamı isteyen anneme
hasta yatağında verdiğim sözün
doktor olamadım ama
çocuk kaldım

İki çocuk
rahatlıkla oturduğumuz
kapının eşiğine
kendi başıma zor sığıyorum bugün
büyüdükçe insan
yalnız mı kalıyor ne ?

SUNAY AKIN
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

TUTUKLU...

Tutsak olacağını bilerek
yine bu sabah
demirparmaklıktan içeri
usulca sızdı
güneş

Yasaklanınca görüş gününde
çiçek getirilmesi
arka duvarın dibinde
sarmaşık tohumu
dikmiş annem

Oysa el bile
sallayamamıştım ona
kuyrukta saatlerce bekleyip
doldurduğu içme suyunu
dökerken ardıma

SUNAY AKIN
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

YARA BANDI

Nasıl unutursun
ilk gunleriydi İstanbul'a taşındığınızın
usulca dokunmuştun hanımeli kokan
bir duvara yaslı beyaz bisiklete
-Binmek ister misin
diye bir sesle irkilip
ayrılmıştın hayal dünyasından

Annenin dizlerine yatırıp
sarı saçlarını
saatlerce taramayı düşlediği Ömercik
duruyordu işte tam karşında
ki yaramazlık yaptığında
az mı dua ederdi
onun gibi uslu olmana

Kalır mıydın hiç altında
böylesi sıcak bir davranışın
sen de cebinde taşıdığın
kolonya kapağını uzatmıştın ona
ve başlamıştı bir arkadaşlık
çatılarına martıların konduğu
Çiçekçi sokaklarında

Evlerin arasından
bakmak isterken Kız Kulesi'ne
acemisi olduğun bisikletten düşmüştün
gitmiyor gözünün önünden
filmlerdeki gibi yardımına koşması
üstelik o gün ilk kez
yara bandıyla tanışmıştın

Kaybettin Ömerciği
şoförlük yaptığını duymuştun bir ara
ama bu şehirde
taşradan gelen bir çocuğa
bisikletini verecek insanların
yaşadığına inanıyorsun yine de
siyah ve kıvırcık saçlarınla

SUNAY AKIN
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

YÜZ HAVLUSU

Çarmıha gerildiği yaşta İsa'nın
avuçlarımdan tutan
iki çocukla çiviliyim yaşama
aşk bardağını çalkaladığım su olmak
kırılacak eşya taşıyan
bir kamyon gibi gidiyor Ağrıma

Kendi kendime konuştuğum sanılıyor
hep yanımdadır oysa
giderken bıraktığın yüz havlun
bozdun saklambaç oyununu ama
bana gizlendiğim yerden
çık demeyi unuttun

Her gece yatmadan okuduğum
bir kitap olmanı isterdim
kırardım ışıkları söndürmeden
yarım kalan sayfanın ucunu
ki sen buna tenim kırışıyor
yaşlanıyorum derdin

Yokluğundan geri kalan çölde
attığım her adımda
gözlerimden dökülür
hörgücümde taşıdığım sular
sevgilisinin gölgesinden uzak
çölde ağlayan deve ölür

Hava kararırken usulca
bir zenci olup
kalıyorum Salacak kıyısında
ve Kız Kulesi
Ku Klux Klan
gibi duruyor karşımda

SUNAY AKIN
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

...

Bundan böyle baktığımda gömütsü ince boşluğa bilemem martılar neye göre toplanırlar bilemem dizlerim neden çözülür böylesine güçsüzleşir dolaşımı kanımın uyuşurum bunca değişken mavinin görümünde uçarım ve karşı kıyı tehdit okunu kırdıkça sunağım orasıdır pek sık çiçeklerle ve cesetlerle giderim iyice daha sunmaya...

Ödünç aldım kokunu kendi tenimde,
sen kokuyor yüzeyi bedenimin
her gözeneği.

Açar açmaz arkı daldı bir bir kelebek içeri,
Döndün sandım beyazı görünce,
Birleştirerek tenimden yayılan
koku ile
uçanın sonsuzluk imgesini.

Tutuyorum sevgi çanını ellerimde,
Vurgusu ben'e dönük, yankısı çocukluğa.
Kendi ışıltısı deviniyor kendinde
katlanarak doyumu
töze doğru yayılıyor
başkayla aramızdaki
kimsesizliğe.

Şimdi hayır derken
sevişiyorum sevgiyle ben.


Nilgün Marmara
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

BANA DOĞRU GELEN KİM

"BANA DOĞRU GELEN KİM?"YA DA
ŞİMDİKİ ZAMANDA
BİR MOBİL, BİRİNCİ TEKİL ŞAHIS

Dökülmüş bedenim kimyasına pirincin, yokedilerek kalsiyumun büyüsü yazgım belirlenmiş.
Her an, hoş geldin diyorum bana doğru gelene, dalgalanan duygularımla. Sarkıyorum
tavandan (bir tavan varmışçasına) yeryüzünün (varolduğunu umarak) renklerini bilmeme
karşın - lal rengi, çivit mavisi ve sarı - ve onların yalanlamalarını - tutku, dinginlik ve ölüm -
kendimle işaretliyorum yanı, yöreyi - bir aşağı bir yukarı, bir yukarı bir aşağı, sağ sol, sağ sol.
Yönlerin bulanıklığında bir sorumluluk bu! Uluma geri tepiliyor böylece, bana doğru gelene
karşı! Bir iskeletler zinciri tutuyor beni havada, uzay konusunda bir unutkanlık yüklemeye ve
devindiğim cılız önlemleri yıkmaya çalışarak. Soğukkanlı bir çaba! Ben, kusursuz bir porte
olmayı yeğlerdim, oysa. İşte şuracıkta, özlüyorum sol anahtarımı ve notalarımı. Umursamam,
nereye dağılırlarsa dağılsınlar, daha sonra...

Şimdilik, hava akımının istencine boyun eğmişim, sinekler ırzına geçerken uzantılarımın,
sürdürüyorum dansımı bu dikey tabut içre, günden geceye, geceden güne, ben tümünü ezip
geçinceye ve "Bana doğru giden kim?" in yatay bilgisine ulaşıncaya dek!

Nilgün Marmara
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

BEKLEMEK

taşıl kaygısı kaotik özlem
neydi beklediğimiz ve gelecek olan
salt acı
sonsuz yeşil sonsuz gelişkin bir orman
içinde göllerini nehirlerini çağlayanlarını
gök kuşaklarını yitirdiğimiz kara sözcük
yokluğun dayattığı doğurgan sözcük: acı
bir deniz kızının uçma tutkusu
belleğin unutuş çılgınlıklarında
bilinmeyen organizmalar dönüştürürken
bedenlerimizi duygularımızı ben'imizi
çürüyorduk... kaçış yoktu... çıkış da...

yeşil maytap patlatan sahte mesihin sözleri
yalandı acımasızdı efendilerin belirlediği
ölçtüğü biçtiği yaşattığı kendimiz
umarsız öte benler=nesneler
ağlayın
ağlayın ve kanayın
yok olduğunuz irin zamanında

Nilgün Marmara
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

CAM KELEPÇEYE EVET

Ilık bir süzülüşle
Geri dön hayat,
Bırakma yeryüzü salına
tünemiş pek kara kuşlar
Örtsün bakışımı,
Görmek acısı sürsün
pencere tutsağının
Düşsün hayatı suya...

Nilgün Marmara
 
Üst