uyumsoft

Niye Şiir Olmasın!!!

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan heerdeem
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

LİLİ'CİĞİM


(Mektup yerine)

Tütün dumanı kemiriyor havayı.
Oda
Kruçyonıh'ın Cehennem' inden bir bölüm gibi.
Anımsıyor musun
İlk kez
ardında bu pencerenin
tutkudan çıldırmışçasına
okşamıştım ellerini.
Şimdi
oturuyorsun aynı yerde,
yüreğin
demirden bir kılıf içinde.
Ve yarın
paralayan sözlerle
kovacaksın belki beni
Ve loş antrede
uzun süre
titreyişlerle sarsılan bir kol
bulamayacak
ceketteki yerini.
Çıkacağım, ezilmiş.
Fırlatacağım vücudumu sokağa.
Yabanıl
çılgın
umutsuzlukla paramparça.
Hayır
gerek yok buna,
sevgilim,
biriciğim,
gel
vedalaşalım şimdiden.
Ağır bir gülle gibi
aşkım
nereye kaçarsan kaç
asılıdır sana
nasıl olsa.
Bırak
son bir haykırışla uluyayım
horlanmışlığın acı yankısını.
Çalışmaktan
anası ağladığında öküzün
gider
salar kendini soğuk sulara.
Aşkından başka
deniz yok bana,
ve gözyaşları da
bir erinç
koparamıyor ondan.
Yorgun fil
sessizliği aradığında
yatar
kızgın kumlara saltanatla.
Aşkından başka
güneş yok bana.
Ve bilmiyorum bile
neredesin şimdi ve kiminle.
Eğer
bir başka şair olsaydı
böylesine üzdüğün,
onarırdı acısını
parayla ve ünle.
Fakat
sevinç vermiyor bana hiçbir çınıltı
senin sevgili adının
çınıltısından başka.
Atmayacağım
bir boşluğa kendimi,
zehir içmeyeceğim.
Ve dayayıp
şakağıma namluyu
çekmeyeceğim tetiği.
Ağzı hiçbir bıçağın
bakışların kadar senin
kesemez beni.
Yarın unutacaksın
seni taçlandırdığımı,
ve yakıp tükettiğimi
çiçeklenmiş bir ruhu
aşkla.
Ve uçarı günlerin fırtınalı karnavalı
dağıtacak
sayfalarını kitaplarımın.
Sözlerimin kurumuş yaprakları mı
durduracak seni
çırpınan soluğuyla.
Bırak hiç değilse
son bir sevgi dalgası sereyim
beni bırakıp giden adımlarının altına.





Vladimir MAYAKOVSKI
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

MARŞIMIZ

İsyanın ayak sesi, alanları döv!
Yukarı, gururlu başlar dizisi!
Biz, ikinci Nuh tufanıyla
Yeniden yıkayacağız dünyanın tüm kentlerini.

Günlerin öküzü hantal,
Yılların kağnısı ağır,
Tanrımız koşudur bizim
Yüreğimizse davul.

Altınımızdan daha yücesi var mı?
Kurşun vızıltısı mı bizi sindirir?
Çınlayan sesimizdir o altın;
Silahımızsa türkülerimizdir.

Yeşilliklerle örtülsün kırlar
Serilsinler günlerin altına
Gökkuşağı koşum olsun
Yılların Küheylanına.

Gök pek sıkkın görünmede nedense,
Onsuz dalgalandıralım türkülerimizi,
Hey büyük Ayı! söyle de
Oraya yaşarken alsınlar bizi!

Mutluluğu iç! Türkünü söyle!
Bahardır akan damarlarımızda
Vursun savaş temposunu yürek
Bakır bir trampet olan bağrımızda.



Vladimir MAYAKOVSKI
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

OMURGANIN KAVALI


Dumanlar içinde mavi olmayı unutan
gökyüzü,
paçavralar giyinmiş
sığıntı gibi bulutlar,
son aşkımla tutuşacaksınız bütün!
Sevinç çığlıklarımla bastıracağım
ordular
gürültünüzü!
Siz ki bir yuvanın sıcaklığını unutmuşsunuz,
dinleyin !
Ve çıkın artık siperlerden:
bitirmeseniz de olur
savaşı..
Ne en korkunç dövüşlerin,
ne de
kan tüten yaraların en derini
solduramaz aşk sözlerini!
Bilmez olur muyum hiç
sevgili Almanlar!
Dudaklarınızın ucunda hep
Goethe'nin
Gretchen'i var...
Ama o,
yüzyıllardır sayıkladığınız
tombul
pembe tenli kız,
neme gerek benim!
Seni söylüyorum türkülerimde
şimdi ben,
makyajlı
kızıl saçlı sevgilim!
Bu kasatura uçları gibi
sivri
günlerden,
yaşadığımız,
yüzyılların sakalı ağardığında
kalacak olan
sensin yalnız!
Bir de ben...
o kentten
bu kente...
senin ardında!
Londra'nın
kalın
sisinde yitirsem seni,
alev dudaklarıyla
gece lambalarının
gene de uzanır
öperim..
............................................
Dalgın
ve hüzünlü,
köprüden geçsen:
"Aşağısı da güzel" diye düşünerek,
"Ve ölmek
de belki güzeldir !" diyerek,
bil ki benim
köprünün altında akan,
benim la Seine,
benim çağıran seni
çürümüş dişlerini göstererek..
...............................................
Güçlüyüm ben,
gerekliyim çünkü onlara.
"Sıran geldi!"
deseler günün birinde,
savaşa itseler beni,
vurulsam:
Kan değil
adın fışkırır
yırtık dudaklarımdan..
İster
taç giydirsinler,
ister -
se Sainte - Hélène 'e sürsünler:
Hayat fırtınalarının dalgalarını
gene de
ben
mühürlerim!
Ellerim
kelepçelidir evet
ama evrenin
tahtıdır yerim!
Siz
ürkek çocukları
hüznün,
ve siz
gökyüzünün
mavi olduğunu unutanlar!
Dinleyin artık
susun da!
Belki de
son
aşkıdır
bu
gökyüzünün:
onulmaz yarası
kanar da kanar
veremli ciğerlerimin dokusunda.





Vladimir MAYAKOVSKI
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

P.L.M. (MARSİLYA TRENİ)


Yorgun bir trende gördüm Marsilya'lı denizcileri
İlk defa bavullar fileler torbalar arasında
Balkı sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

Kafa tutmakta birinci bahriye cakası bütün
Besbelli kolu sırmalı kaptan olacaklar
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

Limana dönüyor bunlar gemilerine kışlalarına
Çakılıp selâm durmağa önünde afili kaptanların
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

Kimisi şarkı söyler uykusunda kimi dünyayı iplemez
Gördüğüm korsan tayfası mı deniz eşkiyası mı
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

Ortalığı dumana vermişler ki bir ağır tütün
Gözgözü görmez olmuş sağnak mı hortum mu
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

Tepeden tırnağa dövmeli yaşlısı genci
Bunlar mı onları korur uzun yollarını açar
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

Karaya oturmak var mı denizci güçlü olacak
Yüreklilik konusunda en baskını en utangaç
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

Ozan olmasaydım şaşmaz denizci olurdum
Sözcüklerle boğuşmak yerine göğüs verirdim dalgalara
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

Gemide isyan mı çıktı ilk ateş eden benim
Yakışıklı kaptanımın gözünü çıkaran
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

Bu onuncu dörtlüğüm içiniz rahatlasın diye
365 inci karımdan yarın boşanacağım
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar

İşte onbirinci dörtlük Alın bu da cabası
Gemiciler aydınlık gelecekler grevlerinize bağlı
Balık sırtı mavi sakal Az bi'şey ürktüm
Denizin eli kulağında Kokusunu taşıyorlar



Vítezslav NEZVAL
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

KULELER KENTİ

Yüz kulesi var Prag'ın
Bütün azizlerin parmaklarından
Yalan yeminlerin parmaklarından
Ateşin ve dolunun parmaklarından
Bir çalgıcının parmaklarından
Sırtüstü yatan kadınların sarhoş eden parmaklarından
Gecenin hesap tahtasında
Yıldızlara dokunan parmaklardan
Akşamın fışkırdığı parmaklardan
Sıkıca kenetlenmiş parmaklardan
Tırnaksız parmaklardan
Bebeklerin parmaklarından çimenlerin
Keskin ağızlı parmaklarından
Mayısta bir mezarın parmaklarından
Dilenci kadınların ve bütün işçi sınıfının parmaklarından
Gökgürültüsünün ve şimşeğin parmaklarından
Güz çiğdemlerinin parmaklarından
Kale'nin ve arp çalan yaşlı kadınların parmaklarından
Altın parmaklardan
Karatavuğun ve fırtınanın ıslık çalan parmaklarından
Limanların ve dans derlerinin parmaklarından
Bir mumyanın parmaklarından
Herculaneum'un son günlerinin ve batan Atlantis'in parmaklarından
Kuşkonmazın parmaklarından
Yüz dört derece sıcak parmaklardan
Donmuş ormanların parmaklarından
Eldivensiz parmaklardan
Bir arının konduğu parmaklardan
Karaçamların parmaklarından
Gecenin orkestrasında bir flütü aldatan parmaklardan
Hilebazların ve iğnedenliklerin parmaklarından
Romatizmanın çarpıttığı parmaklardan
Çileklerin parmaklarından
Yeldeğirmenlerinin ve açan bir leylağın parmaklarından
Dağ pınarlarının parmaklarından bambu parmaklardan
Yoncaların ve eski manastırların parmaklarından
Terzi tebeşiri parmaklardan
Guguk kuşunun ve yılbaşı ağacının parmaklarından
Medyumların parmaklarından
Tembih eden parmaklardan
Uçan bir kuşun fırçaladığı parmaklardan
Kilise çanlarının ve eski güvercinliğin parmaklarından
Engizisyon'un parmaklarından
Rüzgârı anlatmak için ıslatılmış parmaklardan
Mezar kazıcıların parmaklarından
Hırsızların parmaklarından
Geleceği söyleyen Okarina çalan ellerdeki yüzüklerin parmaklarından
Baca temizleyicilerin ve St.Loretto'nun parmaklarından
Rododendroların ve tavuskuşunun başındaki su fıskiyesinin parmaklarından
Günahkâr kadınların parmaklarından
Olgunlaşan arpanın güneş yanığı parmaklarından
Petrin Gözetleme Kulesi'nin parmaklarından
Mercan sabahların parmaklarından
Yukarıyı gösteren parmaklardan
Akşam karanlığının eldiveni üstündeki Tyn Kilisesi'nin ve
yağmurun kesik parmaklarından
Saygısızlık edilen Kutsal Ekmeğin parmaklarından
Esinin parmaklarından
Uzun eklemsiz parmaklardan
Bu şiiri yazdığım parmaklardan


Vítezslav NEZVAL
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

ÂŞIK KADINLAR

Coşkunuzdan bir gökkuşağı yapılırdı
güzel yavuklular
Biri beni bırakır bir başkası gelir aynı güzellikte
o da bırakır gider

Senin bana bıraktığını başkalarına veririm ben
Voltava
pırıldar Ey sen kıskanç kadın geçer ve şarkı mırıldanırsın
ve çekip gidersin sonra

Üç renkli fiyonga karşılaştırılabilir aşkla
saçlar ağız gözler
Ölür ayak sesleri avlunun yankılanımında
mavi bir gökyüzünü andıran avluda

Ah başkalarının benden istediklerini
veremiyorum sana
Nice geceler boyu aradığım kadın
gelip kapıyı çalsana

Odamda kara bir bayrak dalgalanıyor mağrur
Yüzlerce yeni gökkuşağı ve yeni renkler
solsun
Sen gel baştan çıkarıcı kadın

Sen benim maça kızım Ey benim güzel kadınım
Ey Maria
Dinle piyanomun sesini senin içindir çaldığı
arya

Fiyongada yalnız bir tek kara kurdela kaldı
bir bez parçası işte
Sen de gittin ötekiler gibi tıpkı
Gittiler hepsi de


Vítezslav NEZVAL
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

O GÜN GELİNCE
O gün bir gelsin bak, bize artık aç kalmak yok.
Geçeceğiz vitrinlerin, sergilerin önünden, küçülmeden.

Portakalları yığacağım önüne senin, tepeleme,
şarapları yığacağım, etli börekleri, salamları.

Elden geçireceğiz hepsini bir bir, unutalım diye
senin çektiğin acıları, benim gördüğüm işkenceleri.

Sevgili işçi kadın, şapka yapan makine,
artık bu elbiseler kaça diye sorma.

Kumaşı dokudun, elbiseyi diktin ya, giyinmek de hakkın.
Artık kunduracı da yürümeyecek yalnayak karda.

İpekli gömlekler uçuracak bizi rüzgârda kuş gibi.
Lâfta kalacak sanma, taş çatlasa bunlar olacak.

Bir kurtulalım hele tüm asalaklardan,
nasıl seveceğiz birbirimizi, şiirler okuya okuya!

Çekip gidince soyguncular, bir başka dünya kuracağız.
Yaşamak neymiş, yaşamak, sen o zaman gör bak!


Vitezslav NEZVAL
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

BİLDİRGE


Ne türkü söyleme aşkımdan ne de sesimi
dinletmek için değil bunca türkü söylemem.
Benim namuslu gitarımın sesi
hem duygulu hem de haklıdır.
Dünyanın yüreğinden çıkar
bir güvercin gibi kanatlı
kutsal su gibi şefkatli,
okşar gitarım öleni ve yiğidi.
Şarkım amacına kavuşur
Violetta'nın dediği gibi.
Pırıl pırıl coşkulu durmak bilmez
ve bahar kokan bir işçidir!

Gitarım ne zenginlerin gitarıdır,
ne de başka bir şeyin.
Şarkım bir yapı iskelesidir
eriştirir bizi yıldızlara.
Katıksız gerçekleri şarkısında
söylerken bir insan ölmek pahasına,
anlamını bulur o şarkı
damarlarında atarken.

Şarkım ne gelip geçici övgüler düzer
ne de başkalarına ün katar,
yoksul ülkemin
kök salmıştır toprağına.
Orada, her şeyin bittiği
ve her şeyin başladığı yerde,
söylerim o her zaman yiğit ve derin
sonsuza dek yeni olacak şarkıyı.



3 Eylül 1973

Victor JARA
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

ŞAİR HERKES İÇİN SÖYLER TÜRKÜSÜNÜ


I.
İşte herkes orda, bakarsın geçişlerine.
Nasıl can atarsın, aralarına karışmak tanımak için onları.
Yüreğindeki çılgın kasırgadır çıldırtan seni.
Acının depreştirdiği kalabalık,
içine işlemiş susku,
ha deyip karar verirsin. İşte, geçiyorlar.
Herkes. Çocuklar ve kadınlar. Durmuş oturmuş erkekler bile.
Acı apaçık bakışlarında.
Ve bir tek kalabalık, tek bir varlık gibi geçer.
Ve sen, daralmış yüreğin, tek başına kalan acının kudurganlığıyla,
son bir çabayla kalabalığa karışırsın.
Kendini bulursun, kendini tanırsın böylece.
Dingin dalgalara bırakıp kendini, ağır ağır açılırsın.
Yumuşak itişlerle gidersin,yumuşacık sallanışlarla.
Ve yoğun bir mırıltı duyarsın, alçak sesle söylenen bir ilahiyi andıran.
Binlerce yürek tek bir yürekte çarpar, sürükler seni.



II.
Seni sürükleyen tek bir yürektir. El etek çeker
kendi acın, daralmış yüreğin ferahlar.
Tek bir yürek olursun, şakaklarında duyarsın atışını,
seni sarar, göğsünü kabartır,
yürüdükçe güç verir kollarına.
Ve eğer dikelirsen, bir an yükseltirsen sesini,
bilirsin ki bir türküdür söylediğin,
karanlık ve uçsuz bucaksız bütün bedenlerin derininden kopup gelen
aydınlıktır bu
ve bedenlerde, ruhlarda senin haykırışınla borcunu ödeyendir,
sana destek olanların sesidir, içinde sen de varsın,
senin sesin, şaşırarak kendini tanıdığın güçlü ve gerçek ses.
Darmadağın olmuş yüreklerin sesidir bu, gırtlağından fışkırıp gökleri
saran ses, sade ve açık.



III.
Herkes için yükselir bu ses, bak bütün insanlığın kulağı sende.
Kendilerini duyarlar, kendilerini bulurlar bir tek seste.
Söylediğin türkünün gücü kuvveti onlardır, bir ırmak gibidirler.
Irmağın dalgalarına karıştın, dağılır gibi, insanları birbirine bağladın.
İşte onları sürükleyen ses, titreşir ve bir yol gibi uzar.
İnsanların adımları üstünden geçer onun, onlar
çiğner ve bedenlerinden izler bırakırlar.
Ses dağılır, verir kendini ve kalabalık akar, akar,
yüreğe ulaşır, bir yoldur bu, bir dağ gibi.
Tepeye kadar varır. Güneşin rengi alınlarda solar.
Herkes türkü söylemeye koyulur aydınlık zirvede.
Sesin onların sesi, ortak ve yüce.
Ve kuvvetin ve gerçeğin maviliği
yankılar insanların sesini. Görkemle.



Vicente ALEIXANDRE
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

IŞIK

Deniz, toprak, gökyüzü, ateş, rüzgâr,
Üzerinde yaşadığımız kalıcı dünya.
Neredeyse bize yalvaran uzak yıldızlar,
Bazen gözlerimizi okşayan bir el gibi olurlar.

Işığın o gelişi, alnımda duran.
Nereden geliyorsun, nereden doğuyorsun,
soluk alıp verdiğini duyduğum aşk dolu biçim,
Kendi müziğini içinde taşıyan bir göğüs gibi hissettiğim,
Meleksi harplerin fısıltısı gibi,
Neredeyse dünyaların gümbürtüsü gibi billurlaşmış şimdi?

Neden geliyorsun, parıldayan ışık demeti biçimindeki
göksel pelerin,
Yaşayan, acı çeken, tüm canlılar gibi seven
bir alnı okşayan?
Bir dağlama demiri olarak yakıcı bir ateşin anısına
hemen benzeyen sen, nereden geliyorsun,
Seni anlayan bir başın yorgun varoluşunda
yatıştırırken kendini?


Okşayışın senin inlemeden, gülümseyişin:
çok yukarılardan inen dudakların gelişi gibi,
Senin gizinin fısıltısı, umutla bekleyen bir kulağa,
Yaralıyor ya da yalnızca bir çift parıldayan
dudaktan çıkacak
Bir adın söylenişi gibi düş kurduruyor.

Şimdi yanıbaşımızda, senin varlığınla ya da
yükselen sessizlikle yıkanan toprakta
Dönüp duran küçük, narin hayvanlara bakıyoruz,
Kendi varoluşuyla açığa çıkan, suskunlukla korunmuş,
Orada insan, onların çarpıp duran kanlarının sesinden
başka bir şey duymaz.

Kendi derimize bakıyoruz, çünkü görünen bedenlerimizi
Görünür kılıyorsun, kimin gönderdiğini bilmediğim ışık,
Sanki birinin dudaklarından fısıldanan ışık, dişlerin
Ya da yalvaran bir öpücüğün biçimini alarak geliyor hâlâ,
Bizi seven bir derinin durgun sıcaklığıyla.

Söyle bana, söyle bana, kimdir o, kim çağırıyor beni,
kim sesleniyor, kim bağırıyor,
Söyle bana, bu kadar uzaktan gelen bu yalvaran çağrı nedir,
Bu ağlama, sen yalnızca bir göz damlasıyken duyduğum,
Ah sen, göksel ışık, sarsıntı ya da arzu,
Ateşi hiç sönmeyen göğsün tutku dolu umudu,
Ağlayan bir göğüs, sanki ki geniş kol gibi
Topraktaki bir beli kucaklayabilen.

Ah, uzak dünyaların aşk dolu düzeni,
Acılarını asla söylemeyen âşıkların,
Var olan bütün bedenlerin ve ruhların,
Bize sessizlikleriyle ulaşan sonsuz göklerin!


Vicente ALEIXANDRE
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

ÇIPLAK BİR KIZA


Nasıl da tatlı tatlı bakıyor bana-
sen siyah gözlü kız!
Köpürüp akan ırmağın kıyısından
açıkça seçiyorum yeşillerle uyumlu
çizgilerini.
Otları dağlayan alevler gibi bir çıplaklık
değil bu,
ne de küllerin habercisi bir köz sıçrayıp
parçalanan,
daha çok, oraya sessizce yerleştirilmiş,
sabahın
en körpe çuhaçiçeğisin sen, bir solukta
yetkinleşen.
Esintiyle sallanan çuhaçiçeğinin serin imgesi.
Gizli, el değmemiş çimenden bir döşeği var
gövdenin
kenarları dingin akan bir ırmak gibi.

Uzanmış yatıyorsun ve koyaklarda esen
yellerin
bestelediği bir türküyü söylüyor sevimli
çıplaklığın.
Ey ezgilerin kızı, nice incelikle
sunulan
Ve orada, o uzak kıyıda kabul edilmeyen
armağan.
Azgın dalgalar giriyor araya, ayırıyor
seni benden,
tükenmek bilmeyen tatlı isteğim, mutluluğun bağı,
göksel bir yıldız gibi otlarda serili
yatan gövde.



Vicente ALEIXANDRE
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

AŞK ŞİİRİ

Seviyorum seni rüzgârın düşü,
sen parmaklarımla birleşen, sen kuzeyin unuttuğu,
yeryüzünün güzel sabahlarında baş aşağı
gülümseme kolayken yağmurun güzelliğinden.

Ne hoştur bir ırmağın bağrında yolculuk etmek;
gizini söyleyin bana açık gözlerinizin, ey dost balıklar,
kendini denize savuran ve uzak gemilerin
gövdesine destek veren bakışlarınızın gizini.

Sizi seviyorum yeryüzü gezginleri, siz ki su üstünde
uyursunuz,
size Amerika'ya gidenler giysilerini aramaya,
acı çıplaklarını kumsalda bırakıp
geminin güvertesinden aydan bir ışın çeken insanlar.

Ne güzeldir yol almak umut içinde,
nitelik değiştirmedi altınla gümüş,
sıçrarlar dalgaların üstüne, pul pul sırtın üstüne
müzik ve düş getirirler en sarışın saçlara.

Bir ırmağın dibini izleyerek uzaklaşıyor isteğim
parmaklarımın ucuyla tuttuğum sayısız kentlerden,
o kopkoyu, kara giyimli yığınlardan ki
sırtıma damgaları çıkmış gibi bıraktım, uzakta.
Umuttur yeryüzü, yanaktır,
sınırsız bir gözkapağıdır, içinde varolduğumu bildiğim.
Anımsıyor musun? Düşlere anahtar olduğum
bir gece yeryüzü için doğdum ben, bütün ve kalan.

Balıklar, ağaçlar, taşlar, yürekler, madalyalar,
sizin eşmerkezli dalgalarınızda, evet kımıldamadan yer
değiştiriyorum,
döne döne arıyorum ah merkez, ah merkez,
ilerliyorum, ey yeryüzü yolcuları, var olan gelecekten
denizlerin çok ötesine, atan nabızlarımla.



Vicente ALEIXANDRE
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

YALNIZLIĞIN İÇİNDEN DÜŞÜNCELER



Dünyanın yarısında aradım
en güzel adı verebileceğim o yeri.
Hepsinden daha güzel olsun
olmasın ondan güzeli.

Her şeyi benden al ki, benim olsun onlar
fakat o muhteşem duyarlılığımı esirgeme benden
sevinç duyabileceğim ve söz verebileceğim
bir başka duyarsız geçip giderken!



Verner Von HEIDENSTAM
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

ARŞİVDEKİ FOTOĞRAFLAR


Şu yiğit kaşlar, şu gözler öyle metin ki,
O ağızlar hiyanete açılmaz,
Ve onların altındaki şu ince boyun, hazır
Giymeye darağacı giysisini öteki gün:

Eski Nazi evraklarından kurtardık biz
Bu resimleri Ölen Eski arkadaşlarımızın.
Ölürken çekilmiş, biliyoruz, bakıyorlar öylece
Tüm yüz ve profilden, yan yana,

Yine de kimi zaman suçluluk düşünceleri doğar
Sarar bizi düşleri ki bu insanlar
Gözlerimizin derinliğinin içinden bakmaktalar
Ve sonra çevirmekte yüzlerini bizden.


Valeri PETROV
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

MUTLULUK


Geceydi, Vitoşa?dan geliyordum
Arabanın içindeydim tek başıma.
Çevrede sıra sıra şaşkın yayalar
Gitar sesleri, şarkılar.

Koyu karanlığın içinde
Küçük bir yıldız gibi birden
Farların yansısı parladı
Genç bir adamın omuzunda.

Hepsi bu kadar, bir saniye ancak
Ama neler vermezdim uğruna
Nişan yüzüklü bir kadının elinin
Böyle konması için omuzuma.



Valeri PETROV
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

RIMBAUD

Geceler, demiryolu kemerleri, kötü gök,
Korkunç arkadaşları bunu bilmiyorlardı;
Ama bu çocuktaki söz cambazının yalanı
Pipo gibi fırlıyordu ağzından: soğuk,
bir şair yaratmıştı.

Bitik ve lirik dostunun ısmarladığı içkiler
Hiç şaşmadan aklını karıştırıyor,
Alıştığı saçmalıklara son veriyordu;
Lirden de, bitiklikten de bıkıncaya dek.

Kulağa özgü bir hastalıktı şiir;
Tutarlılık yetmezdi; çocukluğun
Cehennemi gibi bir şeydi:yeniden denemesi gerekti.

Şimdi, Afrika'da dört nala, düşünde
Yeni bir kimlik, oğul ya da mühendis,
Yalancıların benimseyebilecekleri gerçeği.



Wystan Hugh AUDEN
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

KANUN

Kanun nedir diye sorsan bahçevana
Güneştir der sana
Güneştir benim efendim
Oldum bittim.

Celâllenir yatalak dede,
Kanun eskilerin hikmetidir diye
Üste çıkar büyük oğlan ne demek
Kanun demek gençlik demek.

Hocafendi alır önüne cahilleri
Kanun diye başlar vaaz
Kanun kitabın söylediği
Kanun namaz niyaz.

Kanun der hâkim burnu havada
Açık açık teker teker konuşur
Kanun... hani anlatmıştım ya
Kanun, bilirsiniz o canım
Kanun... bakın anlatayım bir daha
Kanun kanundur.

Ötede kanun sayar bilgini dinlersin
Kanun ne yanlışmış ne doğruymuş dersin
Kanun şu yerde şu vakit cezalanan
Cinayetlermiş dersin

Kanun her yerde her an
Kanun sabah şerifler hayırlı olsun
Allah rahatlık versin
Kimi der ki kanun alınyazısı
O bizim devletimizdir der bazısı
Kimi şöyle der kimi böyle
Kanun nedir ki
Kanun... uçtu gitti.



Wystan Hugh AUDEN
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

HİÇ BARIŞ OLMAYACAK

Güldüyse de berrak yumuşak bir hava tekrar
İyi şeyler düşünen varlığının ülkesine,
Döndüyse de renkler... boradan sonra değiştin.
Hayır, unutmayacaksın
Bütün umutları birden silen karanlıkta
Düşeceksin diye kâhinlik eden fırtınayı.
Yaşaman gerek yine kendi bildiğinle:

Yabancılar var uzaklarda, senden ayrı düşen,
Mehtapsız yokluklarda hiç duymadığın;
Oysa onlar seni duymuş, seni öğrenmiştir,
Kaç tane, ne cins, bilmediğin varlıklar,
Bir tanesi olsun seni sevmez.

Ne mi yaptın acaba onlara sen?
Hiç mi? Yok, bir cevap değildir ki hiç:
Evet, akıl yoracaksın, düşünmesen olmaz,
Bir şeyler yaptın mı ki yapmışsındır;
Ah şunları bir güldürebilsem diyeceksin,
Dost olmayı onlarla için isteyecek.

Hiç barış olmayacak:
Öyleyse savaş sende; yiğit ol, kullan
Bildiğin her türlü kalleş hileyi,
Vicdan bakımından rahatın yerli yerinde:
Davaları bitmiş - o da davaları varsa -
Onların nefreti sırf nefret içindir artık.




Wystan Hugh AUDEN
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

CENAZE BLUES

Tüm saatleri durdurun, telefonu kesin,
Köpeği havlatmayın arkasında sulu bir kemiğin,
Piyanoları susturun, ve çalarken boğuk sesli davullar
Tabutu çıkarın dışarı, gelsin yas tutanlar.

Uçaklara inleyerek daireler çizdirin göklerde
Yazarken bu haberi, "O öldü." diye,
Siyah fiyonklar takın beyaz boyunlarına güvercinlerin,
Trafik polislerine siyah eldivenler giydirin.

O benim Kuzey'imdi, Güney'imdi, Doğu'mdu ve Batı'mdı,
Çalışma haftam ve Pazar rahatımdı.
Öğlem, gece yarım, konuşmam, şarkım;
Sevgi sonsuza dek sanırdım, yanıldım.

Yıldızlar artık gereksiz, söndürün hepsini
Ay'ı paketleyin, parçalayın Güneş'i
Dökün okyanusu, süpürün ormanı
Artık hiçbir şey güzelleştiremez hayatı.



Wystan Hugh AUDEN
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

ALLA`SEN SÖYLE NEDİR AŞKIN ASLI ASTARI!

Kimine göre ufak bir çocuktur aşk,
Kimine göre bir kuş,
Kimi der, onun üstünde durur dünya,
Kimi der, kalp kuruş;
Ama komşuya sordum, nedense yüzüme
Mânalı mânalı baktı,
Karısı bir kızdı bir kızdı, sormayın,
Aşkedecekti tokadı.


Şıpıtık terliğe mi benzer yoksa
Yoksa kandil çöreğine mi,
Hacıyağına mı benzer dersin kokusu
Yoksa leylak çiçeğine mi?
Çalı gibi dikenli mi, batar mı eline,
Andırır mı yoksa pufla yastıkları,
Keskin mi kenarı yoksa yatar mı eline?
Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!


Tarih kitapları dokundurur geçer
Köşesinde kenarında,
Hele bir lâfı açılmaya görsün
Şirket vapurlarında;
Eksik olmaz gazetelerden, bilhassa
İntihar haberlerinde,
Mâniler düzmüşler gördüm üstüne
Telefon rehberlerinde.


Aç kurtlar gibi ulur mu dersin
Bando gibi gümbürder mi yoksa,
Taklit edebilir misin istesen kemençede,
Ne dersin piyanoda çalınsa;
Çiftetelli gibi coşturur mu herkesi
Yoksa ağıraksak bir hava mı?
İstediğin zaman kesilir mi sesi?
Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!

Bir hâl oldum çardakların altında
Onu araya araya,
Küçüksu'ya baktım, orada da yok,
Boşuna çıktım Çamlıca'ya;
Anlamadım gitti bülbülün şarkısını,
Bir acayip gülün lisanı da;
Benim bildiğim o kümeste değildi
Ne de yatağın altında.


Aklına esince çıkarabilir mi dilini,
Başı döner mi asma salıncakta,
At yarışlarında mı geçirir hafta tatilini,
Usta mı düğüm atmakta,
Millet der peygamber demez mi,
Para mevzuunda nedir efkârı,
Borç alır borcunu ödemez mi?
Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!


Ona rastladığı zaman duyduğu şeyleri
Kabil değil unutamazmış insan,
Yolunu gözlerim bacak kadardan beri
Ama o geçmedi bile yanımdan;
Merdiven dayadım otuz beşine,
Öğrenemedim gitti bir türlü,
Nemene mahlûktur bu düşerler peşine
Bunca insan geceli gündüzlü?


Gelsin ya, nasıl, pat diye gelir mi dersin
Burnumu karıştırırken tatlı tatlı,
Ya tutar yatakta bastırırsa sabahleyin?
Talih bu ya, otobüste nasırıma basmalı!
Gelişi yoksa havalardan anlaşılır mı,
Selâmı efendice mi yoksa gider mi aşırı,
Değiştirir mi dersin bir kalemle hayatımı?
Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!



Wystan Hugh AUDEN
 
Üst