"Yaşamdan Kesitler" (Herşeye Dair.....)

NUR ARSLAN

Katkı Sunan Üye
Üyelik
1 Haz 2005
Mesajlar
367
Merhaba,
Bu konu başlığı, yaşamayı sevenlere, sevmek isteyenlere, yaşadıklarından ders alanlara-almak isteyenlere,tüm olumsuzlıklara rağmen yine de güzel bakabilenlere, yaşamlarında etkilendikleri güzellikleri paylaşmaları için........ ayrıldı.

Ya da içinde kendinizden birşeyler bulduğunuz birşeyler varsa......
Katkıda bulunan herkese şimdiden teşekkürler......

Kod:
TAZE BALIK 
Japonlar taze balığı hep çok sevmişlerdir. Fakat, Japon sahillerinde bol balık bulmak mümkün olmamaktadır. 
Talebi karşılayamayan balıkçılar, Japon nüfusu doyurabilmek için daha büyük tekneler yaptırıp, daha uzaklara açılmışlar. Balık için uzaklara gidildikçe, geri dönmesi de daha çok vakit alır olmuştur. Dönüş bir - iki günden daha uzarsa, tutulan balıkların da tazeliği kaybolmaktadır. 
Japonlar tazeliği kaybolmuş balığın lezzetini sevmemişler. Bu problemi çözebilmek için, balıkçılar teknelerine soğuk hava depoları kurdurmuşlar. Böylece istedikleri kadar uzağa gidip, tuttukları balıkları da soğuk hava deposunda dondurulmuş olarak saklayabileceklerdi. 
Ancak, Japon halkı taze ile donmuş balık arasındaki lezzet farkını hissedebiliyor ve donmuş olanlara fazla para ödemek istemiyordu. Balıkçılar bu defa, teknelerine balık akvaryumları yaptırdılar. Balıklar içeride biraz fazla sıkışacaklardı, hatta, birbirlerine çarpa çarpa biraz da aptallaşacaklardı, ama yine de canlı kalabileceklerdi. 
Japon halkı, canlı olmasına rağmen bu balıkların da lezzet farkını anlayabiliyordu. Hareketsiz, uyuşmuş vaziyette günlerce yol gelen balığın, canlı, diri, hareketli taze balığa göre lezzeti yine de etkilenmişti. Balıkçılar nasıl olacak da Japonya'ya taze lezzetli balığı getirebileceklerdi? 
Siz olsaydınız ne yapardınız ? 
Hedeflerinize ulaşır ulaşmaz, mesela mükemmel bir eş buldunuz veya çok başarılı bir firmaya girdiniz, borçlarınızı ödediniz v.s. Heyecanınız kaybolmaya başlamaz mı? Yoğun çalışmanız gerekmiyorsa rahatlamaz mısınız? Lotoda büyük ikramiyeyi kazananlar parayı savurmaya başlamaz mı? 
Japonların taze balık probleminde olduğu gibi çözüm aslında basittir. 1950'lerde L.Ron Hubbart'in gözlemlediği üzere "İnsanoğlu ancak hırs iddiası içinde bulunursa anormal çabalar sarfeder." Ne kadar akıllı, uzman, inatçı iseniz, iyi bir problemle uğraşmaktan o kadar zevk alırsınız. Problem sizi ne kadar zorluyorsa ve siz onu adım adım çözebiliyorsanız, bundan da o derece mutluluk ve heyecan duyarsınız ve enerji dolu, canlı, ayakta kalırsınız. 
Japonlar, balıkları yine teknelerindeki akvaryumlarda tuttular, ancak içine küçük bir de köpekbalığı attılar. Bir miktar balık köpekbalığı tarafından yutulmuştu ama geride kalanlar son derece hareketli ve taze idiler. 
Buradan da görüleceği üzere problemlerden uzaklaşmaktansa içine atlamak, boğuşmak ve onları yenmek gerekir. Probleminiz çok ve çeşitli olabilir. Ümitsiz olmayın. Onları tanıyın, organize edin, kararlı olun, daha çok bilgi ve yardım desteği ile onlarla savaşın. 
Beyninize bir köpekbalığı atın ve nelere ulaşabileceğinizi görün...

Güzellikler yaşamak dileğiyle,
 
ileriyi görme

sayın nur hanım,
okuduğum yazı gerçekten çok güzeldi.benim açımdan insanlar ileriyi gördükçe kazanırlar.ileriyi gördükçe hedeflediği mekanda olurlar.bir de şöyle bir durum var örnek vermek istiyorum. bir insan kendini bildi bileli doktor olmak istiyor; ve hayatını doktorluğa adamış, artık kendini doktor olarak tanıtmış mantığına.bi' düşünsenize doktor olma yollarını geçene kadar çok zorluk çeker, ama aynı zamanda farklı tadı vardır.bir korku, bir heyecan vs.ama amacına ulaştığı saniye o zevk, heyecan, o tatlı korku yerini rahatlığa bırakır. bu duyguyu küçük de olsa yaşadım.anlatmak istediğim; her zaman ileri, çünkü hep ileri adımlar atmak insanı daha bir hayata bağlar, zamanın nasıl geçtiğini anlayamassın bile :!:


güven :wink: _ azim :pcgez _ veeeeeee :!: _ zafer : :1kupa
:grupsohbet hoşçakalınnnn :!:
 
japonlar ilginç insanlar her nekadar intihar bunalım stres oranları diğer ülkelere oranla fazlaysa gelişmişlikleri de aynı oranda fazla, genel gelişmişlikleri üzerinde iki noktada fikir birliğine varılıyor birincis kültürlerini her çağda yaşatabilmeleri bağlıklıkları, ikincisi atom bombası, şimdi olay iki noktada toplanmışsa anadoludan daha zengin bir kültüre sahip bir coğrafya var mı? atom bombasına gelince japonlar bunu 2 kez yaşadı biz osmanlının son dönemi ve cumhuriyetin son yılları 200 yıl yaşamadık mı? biz de mi problem var japonlar da mı? neyimiz eksik anlamıyorum fikir belirtemekten bile korkan bir toplumuz topluluk neredeyse ordayız, az çaba ile çok menfaat peşindeyiz, umudumuz sürekli şans oyunları, ne kültürümüze sahibiz ne dilimize, atalarıma saygımızın bile içi boş şekilci neyin ne olduğunun farkında değiliz söz de gazeteler, sözde radyolar televizyonlar diziler bizi biz eden çevre hepsi boyalı ama içi boş , şu yaşımda şöyle bir gözlemde bulunuyorum 80 sonrası kuşağı gördükçe ürküyorum nerde bursa nutku nerde 80 sonrası kuşak 60-70 kuşağından sonra ülkenin çok değişeceğine inanıyorum, bir kere ülkede kavram kargaşası var ne öğrenci öğrenci ne öğretmen öğretmen ki ilk bozulma belki de burda ne farsça arapça kelimeler le yetişen , sürekli ezberleyen öğrenci suçlu ne de eğitimi almadığı dalda öğretmenlik yapan öğretmen peki sorun ne illa atom bombası mı lazım yoksa 4 tarafı denizle kaplı etkileşimin daha az olduğu bir coğrafyanın kültürümü lazım, peki muhasebeci ne kadar muhasebeci kim üzerine düşeni ne kadar hakkıyla yapıyo yapılmıyorsa niye ses çıkmıyo ne kadar duyarsız bir toplumuz, ata yı bayrağa sardılar o kadar insandan orada hiç ses çıkmadı onlar değilmi o programlara taviz vererek o nun biraz da ölümüne fırsat hazırlayan o kadar insanın o cenazede ne işi var anlamadım heleki canlı yayınlar bu ülkenin genç kızları modellik, yarışma, oğlanları mafyacılık peşindeyse futbolculuk peşindeyse nolacak bir furyadır gidiyor basın zaten çanak tutuyo ne beklenir ki zaten herşey raiting mi 4. gün medya güzel ülkem insanına ne güzel şekil veriyo öyle niye akşamları hem eğlendiren hem mesaj veren programlar yok ben mesela bir dizi istiyorum bir hukuk adamı olsun olayların üzerine gitsin çözdün yılmasın polat ne kadar gerçekse o da o kadar gerçek olsun, kendi içimizden kahramanlar çıkarmak zorundayız eskisi gibi toprak için savaşılmıyor cephe savaşları bitti sermaye savaşları var ülke yavaş yavaş elden çıkıyor hem de misaki milli sınırları bir bütün iken mesela bu foruma da bakıyorum çok üye var ama cevap yazanlar hep aynı yani şurdan 20 kişiyi çıkarsanız ne hale gelecek forum ben soru da soruyorum bildiğim bişey varsa bilgimi de paylaşıyorum soru sormadan önce araştırmaya da çalışıyorum neyseee herkese iyi çalışmalar
 
NUR ARSLAN' Alıntı:
Merhaba,
Bu konu başlığı, yaşamayı sevenlere, sevmek isteyenlere, yaşadıklarından ders alanlara-almak isteyenlere,tüm olumsuzlıklara rağmen yine de güzel bakabilenlere, yaşamlarında etkilendikleri güzellikleri paylaşmaları için........ ayrıldı.

Ya da içinde kendinizden birşeyler bulduğunuz birşeyler varsa......
Katkıda bulunan herkese şimdiden teşekkürler......

..................
Güzellikler yaşamak dileğiyle,


Bu konu başlığı altında görüş bildirmek isteyen forumdaşların dikkatine;

Bu konu başlığı altında benim vurgulamak istediğim, etkilendiğiniz,birebir yaşadığınız bir olay ya da içinde yaşamdan, kendinizden bir parça birşeyler bulduğunuz bir yazı, felsefi bir söz, ders alınacak küçük bir anlatı, öykü vs. , hepimize faydalı olabilecek birşeyleri paylaşmanız

........... konusunda eleştiri yapmak isteyenler amacını kaybeden diğer konu başlığı altında görüş bildirebilirler -isterlerse-....

Güzellikler dileğiyle,
 
Bir Deneme


Sigaramdan derin bir nefes daha çektim bak,bu tekel ikibin cigarasını da daha bir kötü mü yapıyorlar ne,hiç tadı kalmadı damağımın.
Gerçi neyin tadı kaldıki artık.aşkın da hüznün de tadı yok.sen yoksun.Hüznü çok severdim bilirsin bak yine hüzünleniyorum şimdi ama daha bir başka bugün,çünkü bugün aylardan eylül,hüznün ve aşkın en tatlı yaşandığı mevsim.
Sen eylülde hüzünlendin mi hiç?herşeyin bir anlamı olur bu mevsimde.gözlerinden akan yaşların,sararıp dökülen yaprakların elini bırakıp son vedayı yapmanın.başını omzuna dayamış sevgilinin uzak ufuklara dalıp neler geçirdiğini düşünürsün aklından.ve yerine getiremediğin sözleri düşünürsün,pişmanlıklarının ve birdaha geriye dönülemezmişliğin,hayatın acı darbelerini düşünürsün.Düşünürsün ve bir damla daha yaş akıtırsın billur pınarlardan.Oysa hep acı çekmeyi istedim ben hayatımda,başkası çekmesin benim adıma ve ben hiç şikayetçi olmadım bu halimden,sırf sevdiklerim uğruna...
Sen eylülde sevdin mi hiç?imkansız bir aşkın kollarına bırakabildin mi kendini umarsızca?Herşeyi boş verip attın mı kendini sevgilinin kollarına?Yağmurda ıslandın mı hiç,iliklerine kadar üşümenin hazzına varabildin mi?Eylülde yıldızların altında,loş bir ay ışığında dumanını savurdun mu boşluğa sigarının.
Ve bir sabah hayatında hiç olmayan birini çılgınlar gibi özleyerek uyandın mı?
eylül de bitti gidiyor işte...bir hüzün,bir hazan ve bir aşk mevsimi daha sona eriyor...Sen bu mevsimde zaten yoktun yine sensiz veda ediyorum.Hoşçakal Aşk Mevsimi..


AsRoJ
 
Yolda karşılaştığımızda, ezan okunuyordu.
— Gel seni camiye götüreyim, dedim. Bugün Cuma biliyorsun.
Daha önceki tekliflerimi de reddettiği için:
— Sen de benim camiye gitmediğimi biliyorsun, dedi.Boşuna ısrar etme.
— Peki,dedi.Neden direniyorsun?
— Ne bileyim olmuyor işte,diye karşılık verdi.Belki çevrenin de tesiri var.Hem pantolonumun ütüsü bozulup dizleri aşınır diye endişe ediyorum.
İster istemez gülerek:
— Herhalde şaka yapıyorsun,dedim.Bunun için cami terk edilir mi?
— Ciddi söylüyorum,dedi.Giyimime ve özellikle “yeşil”e çok düşkün olduğumu bilirsin.
Gerçekten de öyleydi.Giydiği birbirinden güzel elbiseleri mutlaka yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı.
— Hayatında hiç camiye gitmedin mi,dedim.
— Çocukken dedemle birkaç kere gitmiştim diye cevap verdi.Fakat artık gitmeye niyetim yok.
Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma pişman etmişti. Daha sonra el sıkışıp ayrıldık.
Onunla konuşmamızdan iki ay sonra, kendisinin camide olduğunu söylediler. Hemen gittim. Bahçedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve üzerinde yine yeşiller vardı.
Yavaşça yanına yaklaştım ve kısık bir sesle:
— Hani, dedim. Camiye gelmeyecektim?
Hiç sesini çıkartmadı. Çünkü musalla taşının üzerinde, yeşil örtülü bir tabut içinde yatıyordu
 
bencil arkadaşım

merhabalar,
ben lise 2. sınıfın son haftasında son yazılıları oluyorduk.ve ekonomi yazılısı olacağımız dersten iki ders önce arkadaşımdan bu dersin defterini istemiştim ve sadece kendini düşünmüştü bencil vermemişti ; üstelik defter de onun değildi.benimde defterim eksikti.yazılıya son bir ders kala defteri alabildim.ve arkadaşıma dediğim tek laffım 'bu yazılıdan zayıf alırsın imşallah ' dedim. arkadaşım yazılıdan kopya çekmeye çalıştı ama ne yazık ki ahım tuttu. arkadaşım o dersten sınıfta kaldı ve ben yüksek notla o dersi geçtim :wink: :wink: :wink: :lol: :lol: :lol:
tabii arkadaşım :evil: :cry:
bir insan acınacak hale gelmemeli.bu olayı hiç unutmam
thank you
good evening
byyyyyyyyyy
ekin hanım :wink: :
 
Yaşamdan kesitler deyince yıllar önce okuduğum bir kitap aklıma geldi.
Cüneyt Suavi Hayatın İçinden. Birkaç kesit sunayım kitaptan.

Genç kadın, bebeğin güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi..
Kıvırcık sarı saçları, iri mavi gözleri kalkık bir burnu ve küçük kırmızı dudaklarıyla bir kartpostalı andıran bebek, kadının şimdiye kadar gördüğü en cana yakın kız çocuğuydu..
Onun ipek yanaklarını doya doya öpmek ve cennet kokusunu içine çekmek için eğildiğinde;
- Dokunma bana..' diye bir ses duydu.. "Beni okşamaya hakkın yok senin.."
-Genç kadın korkuyla irkilip etrafına bakındı..
Bebekle kendisinden başka içerde hiç kimse yoktu..
Aynı sesi tekrar duyduğunda bebeğe döndü..
Aman Allah'ım!.. Yeni doğmuş gibi görünmesine rağmen konuşan oydu..
- Bana yaklaşmanı istemiyorum..' diye devam etti.. "Hemen uzaklaş benden.."
Kadın biraz olsun kendini toparlayıp
hep erkek.. Onlar da güzel, ama kız çocuk başka.. Bu yüzden seni öpmek istedim.."
- Beni öpemezsin..' diye ağlamaya başladı bebek, "Benim de seni öpemeyeceğim gibi.."
- Neden?..' diye sordu kadın, "Neden öpemezsin ki?.."
- Bebek hıçkırıklar içindeydi;
- 'Bunun sebebini bilmen gerekir..' dedi, 'Düşünürsen mutlaka bulacaksın..'
Kadın neler olup bittiğini hatırlamak üzereyken, kendine geldi..
Özel bir hastanenin lüks bir odasında yatıyor ve narkozun etkisiyle midesi bulanıyordu..
Aile dostları olan tanınmış doktor, odayı dolduran çiçeklerden bir tanesini vazodan çıkartıp kadına uzattı..
-'Geçmiş olsun hanımefendi..' dedi, "Başarılı bir kürtajdı.. Haa.. Sahi, "kız"mış aldırdığın.

(2)
Program yapimcisi, Televizyon Müdürüne Telefon ederek:
-Üst Kurul´dan aradilar efendim,
Su anda oynayan filmin müstehcen oldugunu belirtip ikaz ediyorlar.
Bir diyeceginiz varmiydi?
Müdür:
-Üst Kurulu falan birak be kardesim, diye gürledi.
Koltuguna kurulda filmi seyred.
Kisisel haklarimiza karismasinlar.
Program yapimcisi , filmin ortalarinda tekrar telefon ederek:
-Bazi vakiflardan aradilar efendim, dedi
Oynatmakta oldugumuz filmin genciligin ahlâkini bozdugunu ve
onlari kötü yola ittigini söylüyorlar.
Bir diyeceginiz varmiydi?
Müdür tekrar gürleyerek:
-Kisisel haklarimiza karismasinlar yahu! diye tekrarladi.
Bizim de cocuklârimiz var. Hatta kizim, su anda erkek arkadasiyla birlikte seyrediyorlar bu filmi.
Program ypimcisi , filmin sonunda bir daha tefon ederek:
-Karakoldan aradilar efendim, dedi.
Kiziniz erkek arkadasi tarafindan tecavüze ugramis.
Bir diyeceginiz varmiydi?
 
Kod:
         Hep sevgiyi yazdım,hep acıyı,hep hüzünü hep hazanı yazdım.Hep seni yazdım ben,hep sana yazdım.Eylül de yazdım ben sana bahar dı bir adı da eylülün ya,ama şairi okudum bugün Eylül de aşık olunmaz terk edilir demiş.O mu bilmiyor  yoksa ben mi bilmiyorum Eylülü yaşamayı.
         Eylül hazandır demiştim ama hüznü içinde barındıran,aşkı anımsatan bir hazandır.Zaten aşk başlı başına mahsunluk ve hüznün ifadesi değimlidir coşkunun ifadesi olduğu kadar.Aşkı yaşıyorum şimdi iliklerime kadar ama bunun nedeni sandığın gibi hayatımdaki varlığından değil yokluğundandır.
         Aşkı kavuşmak sananlar hep yanılmışdır zira dillere destan aşk hikayelerimizde vuslat hiçbirzaman son bulmamıştır.Bilirsin aşkı okumayı da çok severim.Son okuduğum aşk hikayesinde de gözyaşlarıma hakim olamamıştım,kitabı sana gönderecektim ama ihmalkarlığım yine her zamanki gibi hat safhada.Amin Maaloof yazmış hikayeyi,Doğunun Limanları isminde,eğer ben sana ulaştıramazsam sen mutlaka bulmanın bir çaresine bakmalısın.İnanılmaz hoş,etkileyici ve bir okadarda gerçek olduğuna inandığım bir hikaye.Aşkı ben yaşayamıyorum belki ama yaşayanların duygularını hissetmek te ancak bukadar güzel olabilirdi.Kitaplardan başladık madem devam edeyim..ayırmak belki imkansız kitapları ama sana tavsiye edeceğim yine güzel bir kitap da Leyla ile Mecnunu engüzel anlatanlardan İskender Pala nın İstanbulda aşk,Babilde ölüm,sürükleyici ve edebi dili ile inanılmaz bir eser,Da Vinci yi okuduysan eğer bu kitabı mutlaka okumalısın…
          Akşam oldu bugünde,ayrılık vakti yaklaşıyor,Huzuru bulmaya gidicem biraz sonra.Aşkı ve mutluluğu paylaşmaya..Belki bir şiir söyletisi dinlerim yine İbrahim Sadri den yada müşfik Kenter den.Kimbilir beklide yazmaya devam edicem sana,hiçbir zaman karşılaşmadığım biricik sevgilime.Huzuru arıyacağım kollarında,ninni gibi türküleri söylemeni dinleyeceğim,kapıyı çaldığımda açanın sen olduğunu hayal edeceğim…Ve kimbilir nezaman diyeceğim reklam sloganında olduğu gibi….
         Evdeki huzur,Mutluluk Budur…
        

	AsRoJ
 
Kavşakta mendil satan çocuklar

Şehrin ışıklı kavşaklarında kâğıt mendil, sakız, çiçek vs satan çocuklar, görenlerin en azından bir müddet yüreğini sızlatmıştır.

Kırmızı ışık yandığında peş peşe dizilen araçlara yaklaşıp elindekileri satmaya kalkar veya satıyormuş gibi yaparlar.

Israrlarına dayanamayarak, gönülleri olsun diye birkaç defa alışveriş yaparsınız. Paranın üç kuruşluk üstünü beklemezsiniz; onlar da para üstü vermeye pek istekli olmaz zaten.

Fakat sonra bakarsınız ki her durduğunuzda karşınıza çıkmaya başlamışlardır. Özellikle Ramazan yaklaştığında sayılarında artma görülür.

Canınız sıkılır. Sonra sonra acıma duygunuzda bir azalma fark edersiniz.

Bir de üstüne bunlar şebeke azizim türünden açıklamalar gelir kulağınıza.

Okul harçlığı biriktirmek için değil, şebeke başında bulunan kişinin organizasyonuyla kavşaklara dağıtıldıklarını ve geç vakitte toplandıklarını öğrenirsiniz. Böylece can sıkıntınız artar.

Artık arabanızın camlarını kapalı tutup görmezden gelmeye başlarsınız.

İçinizden bir ses yanlış yaptığınızı söyler. Üç kuruştan zarar görmeyeceğinizi hatırlatır.

Fakat öte yandan mantığınız da boş durmaz.

Çocukları kullanarak para toplayan şebekeyi zengin etmenin âlemi yoktur.


*
Geçen akşam Yenikapı kavşağında üç beş çocuk birden üşüştü başıma. Israr, ısrar o taraftan, inat bu taraftan. Yok kardeşim almayacağım. İş uzadı. Uzadıkça benim inadım arttı.

Almayacağım demişim bir defa, dönmek olmaz.

Sonra ellerindeki bozuk paralarla arabayı çizmeye kalkmasınlar mı!

Tam da kırmızı ışığın yeşile dönmek üzere olduğu son birkaç saniyede.

Al başına belayı!

Bu defa inattan geçtik, öfke muhitine geldik.

Cart diye çektim el frenini, kapıyı açtım.

Yanımdaki arkadaş, dur ne yapıyorsun diye beni sakinleştirmeye çalışırken çocuklar kaçmaya başladı.

Sen geç direksiyona az ileriye al bekle dedim, peşlerine düştüm.

Her biri bir tarafa koşuyor.

Soluk soluğa birini yakaladım. Kara gözleriyle çipil çipil bakıyor.

Sekiz-dokuz yaşında bir kızcağız. Dur korkma dedim, bir şey yapmayacağım, yalnız neden böyle davrandığını anlat.

Sopa yemeyeceğinden emin olunca rahat bir nefes aldı.

Sadece neden öyle davrandığını değil, kısaca hayat hikâyesini bile anlattı.

Babası gemiciymiş, ölmüş.
Şu tarafta oturuyorlarmış.
Başka çâresi yokmuş.
Bir de ufak kardeşi varmış.
Annesi temizliğe gidiyormuş ara sıra.
Ne kadarı doğru bilmiyorum ama hikâye acıklı.
Belki de öğretilmiş bir şey bu anlattığı.
Nereden bileyim?
Nereli olduğunu sordum, şuradan dedi.
Hadi ya, neresinden?
Filanca ilçe.
Yapma!.. Köy?
Köy dediğim sırada kızın yüzüne daha dikkatli baktım.
Yahu bizim oralı bu çocuk.
Senin adın ne bakayım?
Elif.
Baban gemici miydi demiştin?
Evet, gemici.
Öldü ha?
Evet.
Ne zaman?
Dört sene önce.
Adı Faruk muydu babanın?
Hayda şaşırma sırası ona geçti.
Nereden biliyorsun?
Yahu bu çocuk arkadaşımın çocuğu. Gözleri nasıl da babasına benziyor.
Soyadı da tuttu.
Gözlerim dolmuş.
Çoktan dolmuş, boşalmaya başlamış.

Bir vakitler duymuştum zor durumda olduklarını da fazla önemsememiştim.

Kızcağız şaşkın, ben şaşkın.

Sarıldım yanaklarından öptüm. Ceplerimi karıştırdım, bütün paramı vereceğim.

Daha başka ne yapabilirim onu düşünüyorum.

İşte tam o sırada bir uyandım ki yataktayım.

Gözlerim yaşlı.

Vallahi acayip bir rüyaydı.

Tek kelimesi ekleme değil.

Tam da mübarek Ramazan yaklaşırken; satıcılar, dilenciler çoğalmaya hazırlanırken.

Şimdi ben nasıl ayırt edeceğim bu kırmızı ışık çocuklarını?

Hangisi şebeke elemanı, hangisi gerçekten muhtaç...

Kafamdaki soru şu:

Yetimlerimize bile sahip çıkamamışken, adam diye ortalıkta dolaşmaya devam edecek miyiz?

30.09.2005
Yeni Şafak
Mehmet Şeker
 
BİR İHTİLALİ HATIRLAMAKTADIR NİSAN





Nisan, doğum günüdür aşkın.. Tarihinden ve tarifinden boşanarak, tarihini ve tarifini sadece bir kadını sevmekten ibaret kılmaktır..

Nisan, bir kadını, sevmeye cüret ederek sevmektir.

Bir kadını Nisan'ın diliyle sevmek, bütün ihtilalleri emziren, bütün iktidarları deviren kuvveti bahşeden ve kudretin her türlüsünü zarif bir meltemle tersyüz eden sırrı keşfetmektir.

Böylesine sevilmiş bir kadını hatırlamaktır Nisan, ve ihtilal emziren aşkların ve aşk gibi coşan ihtilallerin hafızasıdır. Hem devrimdir, hem de karşı-devrimdir, Nisan'ın diliyle sevilen bir kadın..

Böyle bir kadın, bir elin sıcaklığı gibi varolmuş olsa da, coğrafyasız bir ruh gibi hiç yaşamamış olsa da farketmez..

Nisan, bir elin sıcaklığı gibi yaşamış kadınları da, coğrafyasız bir ruh gibi hiç olmamış kadınları da bir ihtilal müjdesini emzirircesine doğurur.

Belki de bir elin sıcaklığı gibi yaşamayı da, coğrafyasız bir ruh gibi yaşam kayıtlarından silinmeyi de aynı kadına bahşetmenin kudretidir Nisan.

Nisan'da doğan, Nisan gibi doğan ve Nisan'ı doğuran kadınları, Nisan'ın rengiyle sevmek, hatırlanması bile ruhu ürperten bir ihtilali gerçek kılmaya cüret etmektir.

Ve, ölümle hayat arasındaki çizgiyi bir ihtilal gibi yakıcı kılmaya azmetmektir, Nisan'ın gözlerine bakmaya teşebbüs etmek..

Meskensiz bir ömrü, sonsuz bir bedel ödemeye azmettirmektir..

Gelmiş ve gelecek bütün isyanlara can vermektir, "o"ndan başka hatırlanmaya değer birşey kalmasın diye.

Beyazı sarıya, sarıyı maviye ve maviyi kızıla sarmaktır..

Nisan'dır bir kadını hatırlamak, tarifi ve tarihi silmiş aşk'tır..

Aşk'ın, mesnedin ve meskenin kafiri olduğunu anlamaktır..

Nereden geldiği belli olmayan bir gecedir ve nereye gideceği çokça belli olan bir kader..

Sessiz sedasız gelen ölüme, çengilerin dansına özenen kelimelerin şehvetiyle yarenlik etmektir.

Nisan'da doğan ve Nisan'ı doğuran bir kadını sevmek..

Geç bulmanın boynunu vurmaktır, zamanın minberinde..

Çabuk kaybetmeye kıbleyi haram kılmaktır, günışığının rahminde..

Gelene git demektir, gidene yolun açık olsun demek..

Ve, yarım kalmış bir yürüyüşe, aşktan sızmış bir makamda, keyfe keder bir nokta koymaktır..

Kefensiz bir aşkın dizlerine tefekkür miktarı uzanmaktır..

Ve, bütün bir ömrü teşehhüd miktarından ibaret kılmaktır..

Bir kadını sadece sevmeye cüret ederek sevmektir, Nisan..

Aşk'ın, mesnetsiz ve meskensiz olduğunu bilmektir..

Kefensiz bir tefekkürle aşk sözleri mırıldanmaktır, "o" duysa da duymasa da..

Kefensiz bir bakışla bakmaktır bir kadının Nisan rengi gözlerine. Ve, siyah saçların ördüğü hayat sicimine uzatmaktır boynu, yaşananları bahşiş diye unutarak ve yaşanmamışlara geceyi siyah bir şal gibi dolayarak..

Kefensiz bir arzuyla açılan ve sarmalayan avuçların içindeki bir elin sıcaklığını, cennetin ve cehennemin elele tutuşması bellemektir.

Tarifi ve tarihi hükümsüz bırakan bir aşka koşarak, uğruna çok şey değen bir hayat yaşamış olmaktır.

Nisan'la başlayanın ancak Eylül'le noktalanacağını ne pahasına olursa olsun bilmektir.

Bir hayatın bütün delikanlı zamanlarını sabıka kayıtlarından ibaret kılmaya gönüllü koşmaktır.

Bir erkeğin bütün teferruatlardan arınmış hikayesinin şerefidir, Nisan'da bir kadını hatırlamak...

Delikanlı bir ömrün sabıka kaydıdır, Nisan.

Bütün ihtilalleri emziren bir ihtilaldir.

Nisan'ın diliyle sevilen bir kadını Nisan'da hatırlamak..

Ölümün parmaklarına ipek mendillerle dokunmak, hayatın saçlarına siyah şallar bağlamak ve aşk'ın ayakuçlarına sarı güller bırakmaktır

Ömer ÇELİK
 
AŞKINIZIN KRONOMETRİSİ ÇALIŞIYOR MU?



Münih'te yapılan bir araştırma sonucunda aşkın ömrünün sadece 30 ay olduğu tespit edilmiş.

Aşka böyle standart bir ömür biçmenin mümkün olabileceği konusunda ciddi kuşkularım var.

Çünkü ben bugünlerde aşkın ortalama ömrünün beş dakikaya kadar gerilediğini gözlüyorum.

Yıldırım aşkı lafları falan demode oldu.

Oğlan bir simit alıp gelinceye kadar kız başka birine, kız walkmenindeki kaseti değiştirinceye kadar oğlan başka birine âşık olabiliyor.

Gözünü açarsan yetişiyorsun, açamazsan da pek bir şey kaçırmıyorsun; nasıl olsa metrekareye beş aşk düşüyor.

Doğrusu o eski elli yıllık bir yastığa baş koyma hikayelerinin geri dönmesini filan bekliyor değilim; ancak daha altıncı dakikada birbirinin eski aşkı durumuna düşen çiftlerin hızları da başımı döndürüyor.

Allah'tan dilimizde aşkın ilanı "Seni seviyorum" gibi kısa bir cümle ile gerçekleştirilebiliyor.

Ya bazı dünya dillerinde olduğu gibi satırlar boyu süren uzun cümleler gerekseydi bunun için!..

Daha oğlan ilan-ı aşk cümlesini bitiremeden aşklarının ömrü sona erecek ve kız o cümlenin yüklemini bile göremeden ayrılmış

olacaklardı birbirlerinden.

Bu durumda aslında kızın cevabına da hiçbir zaman sıra gelmeyecekti.

Böyle tek ayaklı bir aşka kolay kolay felsefe de uydurulamayacaktı tabii.

Neyse ki bizim dilimizde bu iş pratik olarak halledilebiliyor da, hem oğlanın aşkını ilan etmesine, hem de kızın buna bir cevap vermesine vakit kalıyor.

Bu vakit darlığının, "Biraz düşüneyim!" gibi kız nazı içeren sahte tereddüt hallerini uzun zaman önce tedavülden kaldırmış olduğunu bilmem hatırlatmama gerek var mı?

Aşkın böyle cilve ve numaralara vakti yok artık!

Neyse ki kızlarımız ve oğlanlarımız da ne istediklerini ve ne kadar süreyle istediklerini çok iyi biliyorlar.

Vakitten tasarruf amacıyla 'bir görüşte aşk'ı bile 'yarım görüşte aşk'a ve hatta 'çeyrek görüşte aşk'a indirgeyebiliyorlar.

Eskiden "maraton" mantığıyla koşulan aşk, bugünlerde "yüz metre engelli" mantığıyla koşuluyor.

"Bir hayatı bir aşkla doldurmak" mantığı, yerini çoktan "bir hayata bir çuval aşk sığdırmak" mantığına bıraktı.

Münih'li araştırmacıların ne tür deneklerle çalıştığını çok merak ediyorum doğrusu.

Yoksa aşkın ömrünü yeniden uzatmanın bir yolunu buldular da, bunun reklamını mı yapıyorlar çaktırmadan.

30 ay gerçekten hiç fena değil doğrusu; neredeyse uzun metrajlı film gibi kalıyor bugünün klip aşklarının yanında.

Bugünün gençliği her aşka 30 ay ayırmaya kalksa, aşk kariyerinin güdük kalacağından korkar.

Hem, 30 aylık aşkların neresinde durulup reklam arası verilecek, söyler misiniz?

Gökhan ÖZCAN
 
Merhaba,

Sayın AsRoj, katkınız için teşekkürler.
Ayrıca size ait olan -Eylül- konulu yazınızı özellikle çok beğendim.
....Devamını bekliyoru-z-(m)-....

Aşağıdaki yazıda da öyle..... sevginin,aşkın, hasretin bu kadar güzel ifade edilebilmesi, anlatılması...
Ben, çok etkilendim doğrusu..... Bana ilk ve son aşkımı hatta tek aşkımı, "aşık olma" denen olguyu hatırlatıyor..... ve baharı....

Neyse..... sevgi hep yanınızda, yüreğinizde olsun....


Kod:
İPEK YOLLARIMIN ÇAKIL TAŞI

Gözlerimden akan son damla yaşın ıslaklığı kurumadı, nemi dudaklarımda hala…Ve yine içimde uyumayan boğaz düğümleri. Yine yüreğimde hasretten duvarlar, ellerimde yine incecik ellerinin özlemi…Ve canım sen, sense yine canım… 

Dağların dumanını çektim zirvesinden. Yıldızları topladım gecenin kucağından… Yaprak oldum bazen rüzgarlarda… Rüyalarin oldum, özledim seni…Baharın ilk çiçeğinin uğuru oldum, koştum kollarına…Düşlerin yetmez oldu, geceleri uzattım… Uğuldayan yel ile gönderdim şarkılarımı sıcağına…Çığlıklarımla fısıldadım sevdiğimi… 

Sana bağışladım gözlerimin derinliklerini…Kahverengi bakışlarım oldun dünyaya. Uzaklarda kaldım. Ağladım… Zamanı çaldım…Güneşi hergün erken batırdım… Geceden, “yeter” deyip yıldızları topladım… 

Şimdilerde özlemin aynamda korkum oluyor, yanımdaysan ipek yollarımın çakıl taşı…

Melodilerimin en başına koydum sesini. Rüyalarımda aynı notayla dans ettim. Yağmur tanecikleriyle yarıştım aynı yollarda sana gelmek için…Yetişip geçtim her seferinde. Baharın sarı çiçeklerini ben açtım yollarına ve çimlerin üzerinde öptüğün yanağım hala ıslak…Ellerimse hayalinle, özleminle, avuçlarında gibi, hala sımsıcak… 

Uzaklar üzüntümü vuruyor yüzüme. Ellerim kollarim bagli bir gecelik yollara karşı. 

Dün, tenin koktu tenimde…Buğulandı, dayanamadı. Tutamadım, ağladı gözlerim…Ümitlerim küsüp gitti zamana. Zamansa zamansız saatlerde…Özlüyorum seni; defalarca, gitgide, arta arta, çokça, delice…

Gözlerimden akan son damla yaşın ıslaklığı kurumadı, nemi dudaklarımda hala…Ve yine içimde uyumayan boğaz düğümleri. Yine yüreğimde hasretten duvarlar, ellerimde yine incecik ellerinin özlemi…Ve canım sen, sense yine canım…

Dinçer HAZAR
 
Hayatımda ilk önce sevmeyi öğrendim, çünkü sevdikçe hissettiğimi öğrendim. Affetmenin ne olduğunu anladım ve affetmenin aslında yeni insanlar kazandırdığını gördüm. Bir gün geçmişime baktığımda pişmanlığımdan üzülmediğimi gördüm, bunları ben yaşadım çünkü birisini hatırlamanın aslında ufak bir telefon görüşmesi kadar basit olduğunu biliyorum artık. Aslında değer veren insanların çok yakınımda olduğunu fakat gözlerimin hep uzaklarda olduğunu anladım. Birisini kırdıktan sonra özür dilemenin aslında beni ben yaptığını anladım. Sen benim için önemlisin kelimesinin verilebilecek en büyük hediye olduğunu buldum. Bir yerden sonra kelimelerin mana ifade etmediğini biliyorum. Sahilde yürür ve düşünürken birinin de beni düşündüğü duygusu beni sevindiriyor. Mutlu olmanın aslında bir kedinin güzel bir anının yakalamak kadar basit olduğunu anladım. Kaçırdığım fırsatların aslında bana yeni fırsatlar yarattığını gördüm. Yıldızların benim için parladığını görmeyen gözlerimin gün geldi hayatımdan kayan yıldızların gömüldüğü maziyi unutması gerektiğini anladım. Gözlerin kelimelerden daha önemli olduğunu ve yalan söylemediklerini biliyorum. Hayatımda yanımda görmek istediklerimi yanımda göreceğim, çünkü onların bana değer verdiklerini biliyorum.



"YAŞAMIN YAŞAMAYA DEĞER OLDUĞUNU
VE İSTERSEM MUTLU OLACAĞIMI ÖĞRENDİM"


Saygılar,

SMMM
Dilek KARACA
 
Merhaba,

Yine yeniden başlayabilsek yaşama, yaşamaya...Neleri değiştirmek istersiniz? Neleri yaşamak ya da yaşamamak istersiniz?
Birşeyleri erteler misiniz yoksa anı anına mı yaşamak istersiniz?
Keşkeler olur mu hayatınızda?

Ben de, ben de aşağıdaki yazıyı yazan -yazar- gibi yaşardım kesinlikle...

Ölüme kaç var bilmiyoruz ama 85'e daha çok vakit var... deyip... Anlarda , küçük zaman dilimlerinde güzel olan her şeyi yaşamak en güzeli.....

Tüm güzellikler bizimle olsun.....


Kod:
ANLAR 
Eger yeniden baslayabilseydim yasama 
Ikincisinde daha çok hata yapardim, 
Kusursuz olmaya çalismaz ,sirtüstü yatardim, 
Neseli olurdum,ilkinde olmadigim kadar, 
Çok az seyi ciddiyetle yapardim, 
Temizlik sorunu bile olmazdi asla.Daha çok riske
girerdim. 
Seyahat ederdim, daha fazla, 
Daha çok günes dogusu izler, 
Daha çok daga tirmanir,daha çok nehirde yüzerdim. 
Görmedigim birçok yere giderdim, 
Dondurma yerdim doyasiya ve daha az bezelye 
Gerçek sorunlarim olurdu , hayal olanlarin yerine. 
Yasamin her anini gerçek ve verimli kilan 
Insanlardandim ben. 
Yeniden baslayabilseydim eger,yalniz mutlu anlarim
olurdu 
Farkinda misiniz bilmem.Yasam budur zaten: 
Anlar , sadece anlar.Sizde ani yasayin. 
Hiçbir yere yanimda termometre,su,semsiye ve parasüt 
Almadan gitmeyen insanlardanim ben. 
Yeniden baslayabilsem eger,hiçbir sey tasimazdim. 
Eger yeniden baslayabilseydim,pabuçlarimi firlatir
atardim. 
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çiplak ayaklarla. 
Bilinmeyen yollar kesfeder,günesin tadina varir 
Çocuklarla oynardim,bir sansim olsaydi ,eger. 
Ama iste 85'imdeyim ve biliyorum... 
ÖLÜYORUM... 
BORGES,Jorge Luis,(1899-1986) 
Arjantinli,siir,öykü ve deneme yazari
 
Kod:
YOKLUĞUN BUZ GİBİ SOĞUK
 "Uzaklardan bir ses olmanı isterdim, bir selam, bir nefes... "Üşüme" diye seslenmeni isterdim... Bir el olmanı isterdim, bir kol... "Özledim" deyip sarılmanı... En karanlık yerinde düşlerimin çıkıp gelmeni isterdim. Kınalı bir bahar gibi, umut ışığı olmanı isterdim hayatıma... Gelseydin ve yaslasaydım başımı omuzuna, ağlasaydım doya doya ... 

Geçerdi üşümesi yüreğimin, geçerdi üşümesi içimin, kirpiklerimde yağmurlar dumanlanmazdı biliyorum...

Seninle suları yeşil bir ırmağın kıyısında buluşmak, saçlarının kokusundan öpmek, içime çekmek ve serin soluğundan içmek, sana sarılmak, kucaklamak, uçmak isterdim…

Ama nafile, aramızdaki bütün yollar kapalı... Bütün dallar kesik... Yokluğun buz gibi soğuk... Üşüyorum... Yüreğim de donmuş sanki. Gözlerimde...
Ateşler içinde bedenim... Öyle bir üşüme ki, hiç bir şey ısıtmıyor artık. Bütün uzuvlarım uyuşmuş. Ezip geçiyor ruhumu acılar...

Yoksun işte, kalbimin kuyusu en hazin sesle inliyor şimdi. Kirpikleri kırılan bir zamanın teninde, ağrılı şiirler topluyorum gecelere şimdi...
Bilirim, sevmek ve özlemek bir ateşe dokunmaktır; yakmaktır yüreğini yangınlarda. Ama ben üşüyorum. Yokluğun buz gibi soğuk. Yakacak bir şeyimde yok…
Ağlıyorum, buza dönüşüyor gözyaşlarım… Ağlıyorum, akıp gidiyor gözyaşlarım çağlayanlara… Bakakalıyorum ardından çaresiz…

Ah! bir el olsan dokunsan alnıma, okşasan saçlarımı bir anne şefkatiyle.. Geçerdi ağrısı başımın, geçerdi biliyorum... Bir gül olsaydın bahçemde, koklasaydım nefes nefes, çekseydim içime derin derin... Bir göz olup baksaydın gözlerime, çekip alsaydın içindeki hüznü... Ah! bir bilsen nasıl sevinirdi yüreğim, nasıl sevinirdi dudağımdaki gelincik, kapımdaki akasya...

Susuyorum artık derin derin... Ve sessizce soluyorum bir hazan yaprağı gibi... Oysa ne kadar çok hasretim konuşmaya, anlatmaya anlaşılmaya... Oysa ne çok istiyorum, tüm bedenimden söküp almanı yalnızlığımı, hicranımı bir tılsımla...
Yüreğim kanrevan, dikenler acımasız, ayaklarım kırık koşamıyorum artık doruklara, menzil uzak...

Gel. Yüreğim ol seher gülüm, her ölümümde bana yeniden hayat ver. Elim ol, ayağım ol, canım ol... Gecem - gündüzüm ol... Ağlayan gözlerim ol her damlada yeniden doğur beni, yeniden doğur umudumu. Her öldüğümde yeniden yarat ki, seni ne kadar özlediğimi anlatayım yeryüzündeki bütün canlı cansız varlıklara, ne kadar çok sevdiğimi ...

Önce sen gel sevgilim solmadan resimler, şiirler sislenmeden... İslenmeden geceler ... Sonra ölüm gelsin...

Yoksun işte, kalbimin kuyusu en hazin sesle inliyor şimdi.

Nuri CAN
 
Kod:
20/9/2005 - Uzakların Çocuklarına… 
 


 

Ortalık iyice karardığında, etraftakiler seçilmez olduğunda, kimseyle yüz yüze gelemiyorsan, artık gitmelisin. Bakışlar bulanıklaşıyorsa gitmek gerek, başka coğrafyalara, başka sokaklara, gökyüzünün henüz aydınlık vermeye devam ettiği yerlere.

Bu kent üzerine çullanıyorsa artık ve ağırlığı adımlarını günbegün yavaşlatıyorsa gitmelisin. Başka sokaklarda adımlamalısın. Sabahı ve geceyi direngen adımlarla yürümelisin.

Sana ait herşey tükeniyorsa zamanla, ve artık tüketmekten korktuğun birkaç şey kaldıysa, bırak onlar kalsın bu şehirde. Bırak onlar hasretinde yaşasınlar. Bırak onlar hasretinde büyüsünler.

Bırak onlar, uzaklarda bir gece vakti yaktığın sigaranın dumanıyla çoğalsınlar hayatında.

Git ve giderken bakma sakın.

Geride kalan birkaç kişinin gözlerine bakma sakın.

Bakarsan gidemezsin. Gözlerinden çekip alamazsın kalbini.

Geride kalanların gözlerine bakmamalısın. Bir bakarsan ateş ruhunu yakar. Adımların yavaşlar, gidemezsin.

Anneler elbette ağlar.

Anneler hep ağlar.

Gorki’nin Ana’sında askerler Pavel’i almak için evini bastığında, annesi Pelage ağlamaktadır. Yürekliliği azalmış, hiçbir şey yapamamak yüzünden ruhunu ısıran acı göz yaşları yanaklarına doğru inmektedir. Subay aşağılayıcı bir yüz ifadesiyle “Pek çabuk yaygaraya başladın analık! Dur bakalım, şimdiden böyle yaparsan sonrası için dökecek göz yaşı bulamazsın!” diyerek bakar zavallı kadına. Pelage’nin cevabı kızgın bir ses tonu ile gelir: “Analarda her vakit için dökecek göz yaşları bulunur… Her vakit anladınız mı?”

Uzaklar annelerin göz yaşlarıyla yıkanırsa zarar veremez sana. 

Anneler elbette ağlar.

Kimseye veda etme giderken.

İlle de geleceksin, veda etme sakın. Hiçbir cümlenin sonuna bitişik sözcükleri ekleme. Yarın hep senin için ve umut hep senin.

İdamına yarım saat kala annesi ve kardeşleriyle konuşuyordu adam. Sean Penn oynuyordu filmde. Dead Man Walking’in bir sahnesiydi bu. İdam mahkumu adam ailesiyle son konuşmasını yapıyordu telefonda. Dik durmaya çalışıyordu, sesinin titrememesi için çaba sarfediyordu telefonun başında. Tedirginliğini, korkusunu gizlemeye çalışıyordu. Telefon konuşmasının sonunda tekrar görüşürüz diye kapattı telefonu.

Tekrar görüşürüz!

Yarım saat sonra ölüm muhakkak olduğu halde, yarım saat sonra görüşürüz. Nefes alıp vermeye devam ettiğimiz ölçüde tekrar görüşürüz. Tekrar görüşebiliriz. Bu umudun adıdır işte. Duanın adıdır bu.

Veda etmemeli kimseye ve hep aynı cümleyi söylemeliyiz. Tekrar görüşürüz. Her an, her umutsuzluğun ardından, tökezlerken, yalpalarken bu umudu tekrarlamak gerekir.

Yaşıyorsak sonrası hep var.

Yaşıyorsak hayata en anlamlı cümleleri söyleyebilme şansı hep var. Geri dönebilme ve yeniden başlama şansı. En önemlisi de hep yeniden başlama şansı.

İşte bunun için böyle söylemeli tekrar görüşürüz. Herkesle, inadına bir seslenişin ifadesi bu. Kimilerinin içini ısıtan kimilerinin de gözlerine korku düşüren bir sesleniş. Bu kentte hiçbir şey yarım kalmayacak. Tam konuşacakken boğazımızda düğümlenen hiçbir cümle yarım kalmayacak.

Şimdi gitmelisin artık.

Bu kentin kalabalıklarından geçip ve kimseyi umursamadan, omuz atarak. Bulabildiğin en gösterişli, bulabildiğin en serseri adımlarla gitmelisin.

Asla veda etmeden gitmelisin.

Geride kalan iyi insanların gözlerinin içine bakmadan gitmelisin.

Aynı cümleyle hayata gülümsemek için.

Başka cümleyle hayata gülümsemek için.

Başka coğrafyaların nefes alan toprağından beslemek için ruhunu.

Gitmelisin.

Ve… ve…

Tekrar görüşürüz…

 alıntı:http://www.blogcu.com/dilbeste/
 
Kod:
Merhabalar,

Yaptığımız iş nekadar zor,meşakkatli,çileli ve hayatın ta kendisi olsa bile forum sayfamızda sevginin,aşkın,hüznün ve hazanın bu kadar az ilgi görebileceğini tahmin bile etmezdim doğrusu...

Aşktan mı korkuyoruz,aşkı konuşmaktan veya anlatmaktan mı korkuyoruz,işimizle ilgili onca bilgiyi fedakarca paylaşırken duygularımızı paylaşmak neden bu denli zor geliyor.

Aşkı yaşamaya vaktimiz mi yok yoksa aşk öldü de haberimiz mi yok?
 
AsRoJ' Alıntı:
Kod:
Merhabalar,

Yaptığımız iş nekadar zor,meşakkatli,çileli ve hayatın ta kendisi olsa bile forum sayfamızda sevginin,aşkın,hüznün ve hazanın bu kadar az ilgi görebileceğini tahmin bile etmezdim doğrusu...

Aşktan mı korkuyoruz,aşkı konuşmaktan veya anlatmaktan mı korkuyoruz,işimizle ilgili onca bilgiyi fedakarca paylaşırken duygularımızı paylaşmak neden bu denli zor geliyor.

Aşkı yaşamaya vaktimiz mi yok yoksa aşk öldü de haberimiz mi yok?



Merhaba,

:? +1
 
Şair haklı...

Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve
buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun.

Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında
hafif bir gülümseme yaratmaktan
başka hiçbir işe yaramayacaktır. Sen kendini paralarken o her zaman
bahaneler bulmaya hazırdır.

Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir
soruyla bile karsılaşabilirsin..

iki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla
yargılanırsın her zaman.

Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim
sağlamaz.
Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın" diye cevap
verecektir.

Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla
karşılaşacaksındır.

Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin,
ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. "Peki o ne yaptı" deme.
Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o
kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu.

Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak
için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin.
Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.Her zamanki gibi
yaşayacaksın sen.

"Acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani,
yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil.
Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki....
Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun Unuttun mu?
Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif
verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de
cabası....
Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun as olan yürektir.
Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini
unutma;
yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte.
Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu.
Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen
cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...

NAZIM HİKMET ..
 
Üst