Ağa” ile “Kâhya”, binmişler “fayton” türü bir arabaya, düşmüşler kasabanın yoluna!..
Giderlerken, “ağa”nın gözüne; çok affedersiniz üzerinden hâlâ buhar yükselen bir “manda boku” takılmış...
Durdurmuş arabayı, dönmüş “kâhya”ya:
“Kâhya” demiş, “Şu manda bokundan bir parmak yersen, bu at da, araba da, köydeki kâşane de, çiftlik de senin olacak!”
Nihayetinde, “kâhya” da bir insan... Bir an, “zenginlik hırsı”na kapılıp, almış bir parmak, götürmüş ağzına!..
“Tamam” demiş ağa;
“Mal varlığımın tamamı senin... Şimdi gel, sen buraya otur, arabayı ben süreceğim!”
Anlayacağınız, “rol”ler değişmiş...
Ağa olmuş “kâhya”, kâhya olmuş “ağa!”
Kasabaya “yeni sıfatları” ile varmışlar... Alışverişlerini yapıp, dönüşe geçmişler!..
Yine;
Kâhya ağanın yerinde, ağa da kâhyanın!..
Ne var ki; “kâhya”nın içi rahat değil!..
Ya köylü sorarsa, ya “bu serveti manda bokuna borçluyum!” demek zorunda kalırsa!..
Bu düşünceler içinde köye dönerlerken, gelmişler, “manda boku”nun yanına... “Çiçeği burnunda ağa” dönmüş “eski ağa”ya:
“Heeyy ağa” demiş, “Şundan, bir parmak da sen yer misin?”
Ardından eklemiş:
“Yersen, bana verdiğin her şey, yine senin olsun!”
Ağa, arabanın durmasını bile beklemeden atlamış aşağı!..
Gerisi malûm!..
Her şey eskisi gibi!..
Köye yaklaştıklarında, “ağa”, dönmüş “kâhya”sına...
“Köyden çıktığımızda ben ağaydım... Kasabaya indiğimizde sen ağaydın... Köye girerken, ben yine ağa, sen yine kâhyasın!..
İyi de; biz o boku niye yedik?”
bence profesör sorduğu sorunun içinde çıkamamıştır.
ve biz bu haltı niye yedik diye hayıflanıyodur:::::
)))))