uyumsoft

Gülelim,Eğlenelim,Kafa Dağıtalım....

Alıntıdır..

Canım Annem

O, dokuz ay boyunca seni karnında taşıdı.
Mide bulantısı çekti ve sürekli kendini hasta hissetti.
Ayakları şişti, vücudu ödem yaptı, derisi gerildi.
Sen karnındayken en basit işlere bile nefesi yetmez haldeydi..
Çünkü nefesini seninle paylaşıyordu..
Mesela merdiven çıkmak için çok çaba sarfetti.
Ayakkabılarını bağlamak gibi basit bir iş için bile
çabalamak zorundaydı.
Sen onu tekmelerken ve içinde kıvrılırken,
O çok geceyi uykusuz ve ağrılı geçirdi.
Doğumun ise tarifi imkansız bir acı çekmesine yol açtı.
Sana sahip olmaktan başka hiç bir amaç için bu acıya değmezdi.
O senin dadın, hizmetçin, hammalın, öğretmenin, şoförün,
aşçın, temizlikçin, hastabakıcın, en büyük hayranın,
en sadık dostun, en yakın arkadaşın...
Seni hissettiği andan beri sadece senin için yaşadı ve kendini
ikinci plana attı. Sen yedikçe doydu, sen uyudukça dinlendi...
Senin için savaştı, savaşıyor, ve hep savaşacak..
Senin için umut etti, sana dair hayaller kurdu,
senin adına üzüldü, sevindi, kızdı...
ve bunların hepsini karşılıksız yaptı.
Çevrende annesini kaybetmiş,
hatta hiç görememiş insanlar var.
Bu birgün senin de başına gelecek,
olmasa keşke ama yaşanacak..
O'na teşekkür etmek için yeterli zamanı bulamayabilirsin.
Lütfen her fırsatta O'na kendini değerli hissettir,
bunu hala yapabildiğin için de kendini şanslı hisset...
 
İyi dileklerini alıyoruz karahanbey teşekkür ler arkadaşım...Hayırlı cumalar ...
Bugün mutluluğumu sizinlen paylaşmak istedim arkadaşlar kızım İstanbul Fatih üniversitesi Tıp fakültesini kazandı çokmutlu çün ki İstanbulu çok seviyor...Allah utandırmaz inşallah...umarım sizin çocuklarınızda istediği yerleri kazanmıştır.. herkez için hayırlı olsun...
hayırlı olsun gözünüz aydın
 
[h=5]Adamın biri kafeye oturmuş 1 kola söylemiş. Kara kara düşünmeye başlamış. Kapıda baba yiğit bir adam gelmiş masasına oturmuş, kolasını içmiş ve sormuş:
-Hayırdır birader ne düşünüyorsun.
-Ben ne bahtsızım, demiş. Sabah karımla tartıştım karım beni boşadı. İşe geç kaldım
patron işten kovdu. İşten çıktım yolda araba çarptı. Kendimi öldüreyim dedim tabanca
tutukluk yaptı. Asmaya karar verdim ip koptu. Doğal gazla öleyim dedim faturayı ödememişim. Fare zehri alıp geldim kolaya koydum onu da sen içtin ooff offf[/h]:)
 
Osman amca hanımı ile tartışmış hanımı memleketteki anasının yanına gitmiş..
Cep telefonuyla yaptığı çağırmalarına cevap alamayan Osman amcanın; çamaşır, bulaşık, yemek, temizlik ve çocuklarla uğraşmaktan takadı tükenmiş.
Osman amca kadınını telefonla bir daha aramış... ancak anasının yanından koca evine dönmek istemeyen kadın, telefona cevap bile vermemiş.
Bunun üzerine Osman amca mesaj atmaya karar vermiş ve mesajdan bir saat sonra evin kadını kapıda belirmiş.
İşte o mesaj;

Kadınım bu sağa son mesajım.
Bebelerinen evde oturup ağlarım.
Çamaşır, bulaşık tarih yaptı.
Kadınım ben bu işlerden ne ağnarım.
Bi tokat salladım değmedi bile, La b.. mu var babağan evinde.
Ula ne bilinmez bir avradmışsın, Bebelerinen beni Mevlam gayırsın.
Arkadaşın Hatçe yan yan bakıyo.
Üzelme Osman abi deyiveriyo, Bebelerin başını okşayaraktan, Kendi düşen ağlamaz deyip gülüveriyo.
Bugün geliverdi zabahın köründe, Vallaha, yalnız bi gecelik vardı zillinin üzerinde.
Bulaşığa daldı, çamaşırı yıkadı, La kadınım bak göğnüm çok daraldı.
Bebeleri banyoya sokup yıkayıveedi.
Osman abi sende gir, keseleyim diyiveedi.
Ben de buğün olmaz yarın diyiveedim, La kadınım sağa bir şans daha veedim.
Zabaha kadar geliyosan gel eve, Vallahi gelmezsen böyük tehlike.
Hatçe bekliyoo elinde kese, Vallah keseynen kalsa keşke..


:)
 
Bir adam kamyonuyla istanbul'a gelir nasıl olmuşsa olmuş kamyonu kaybetmiş üzüntü ile bir parka gitmiş oturmuş...Bakmış iki aşık konuşuyorlar:
Kız->neden öyle gözlerime bakıyorsun?
Erkek->senin gözlerine bakınca bütün istanbul'u görüyorum...
Kamyoncu atılır hemen:
hele bak kurban benim kamyonu da görmisen...:):)
 
Öfkelenince neden bağırırız?

Hintli bir ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş. Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince ermiş “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız?” diye tekrar sormuş.

Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.”

“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”

Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.
 
Bu da tüm anne ve anne adayları için olsun...

ANNE OLMASAYDIM EĞER :

Topuksuz ayakkabılarla da şık olunabileceğini bilmeyecektim.

Hamileliğim esnasında 80'li kilolara kadar çıkıp kendi çapımda ilk defa bir alanda rekorumu kıramayacaktım.

O küçücük ellerle renkli kartonlardan yapılmış bir kâğıt parçasının bu kadar değerli olabileceğini öğrenemeyecektim.

Kan yapsın diye danadili haşlayıp üzerine yumurta kırıp ağzının tadına da uysun diye çikolatalı pudingle karıştırmak gibi hayal gücünün sınırlarını zorlayan tarifler keşfedemeyecektim hiç.

Su almak için elimde kumanda ile buzdolabını açtığımda kumandayı buzdolabına koyacak kadar ya da evden çıkarken telsiz telefonu çantama atacak kadar kendimden geçmeyecektim.

Birinin canı yandığında ötekinin bu acıyı hissedebilmesinin sadece ikiz kardeşlerde olduğunu sanacaktım.

Sabahın köründe gözü kapalı mutfağa kadar gidip, süt ısıtıp yine gözü kapalı dönme yeteneğini kazanamayacaktım.

Üzümün çekirdeklerini tek tek çıkarmak için insanüstü bir uğraşa asla girmeyecektim.

Bir insanın gaz çıkarması beni bu kadar mutlu edemeyecekti.

Babanla belki daha az kavga edecek ama sevginin evlat denilen başka bir boyutuna giremeyecektik.

Sevginin böylesine karşılıksız olanını hiç tadamayacaktım.

Annemi bu kadar çok sevdiğimi anlamayacaktım.

Annesinden zorla ayırdılar diye "Uçan Fil Dumbo!" çizgi filminde böğürerek ağlamayacaktım.

Geceleri kesintisiz uyuyacak, hafta sonunda sabahları istediğim saatte kalkacaktım ama uyandığımda yanağıma konmuş minik ellerin sıcaklığı ısıtmayacaktı yüreğimi.

Çantamda sürekli bisküvi, ıslak mendil, bir adet oyuncak, düşer bir yerin kanar diye ayıcıklı yara bandı taşımayacaktım.

Acıyı geçiren öpücüğün gücüne inanmayacaktım.

38,5 derece ateş beni de yakıp kavurmayacaktı.

Yağmur sonrası çamurlu sularda zıplamanın keyfine varamayacak, sen bir lokma daha fazla yiyesin diye kalabalığın ortasında kafamda peçete dansı yapmayacaktım.

Sen olmasaydın eğer yaşamın karmaşıklığını unutup tekrar basit yaşamayı öğrenemeyecektim.

Sen olmasaydın eğer ben asla "anne" olmayacaktım.

Bir çocuk doğduğu anda, bir anne doğarmış. Bu lafın doğruluğuna inanmayacaktım!

Sen olmasaydın eğer,ben asla ben olamayacaktım..
 
[h=5]Temel Dursun'a:
+Sana bi bilmece soracağum.
-Sor usağum
+Kafeste yaşar cik cik diye oter saridur nedur bu?
-Kanarya!
+Değul.
-Papağan?
+Yok.
-Serçe?
+Değul usağum!
-E nedur o zaman bilemedum.
+Hamsi daaa hamsii !
-Ula Temel hamsinin kafeste ne işi var daa.
+Ben koydum.
-Ula hamsi sari mi olur ?
+Ben boyadum.
-Usağum iyide hamsi cik cik diye oter mi hiç ?
+Ula Dursun o kadar da şaşurtmaca olsun daa..[/h]
 
Afrikalı siyahi bir çocuğun bu şiiri, 2005'te "Dünyanın En İyi Şiiri" Seçilmiş...!

Doğduğumda Siyahtım,
Büyürken Siyahtım,
Güneşe Çıktığımda Siyahtım,
Korkunca Siyahtım,
Hastayken Siyahtım,
Öldüğümde Hala Siyahım...


Ve Sen Beyaz Çocuk,
Doğduğunda Pembesin,
Büyürken Beyazsın,
Güneşe Çıktığında Kırmızı,
Üşüdüğünde Mor,
Korktuğunda Sarı,
Hastayken Yeşil,
Öldüğünde de Grisin,
Sen Şimdi Bana Renkli mi Diyorsun
 
[h=5]Tık, tık, tık…
- Kim o?
- Hazırlan gidiyoruz.
- Sen kimsin? Nereye gidiyoruz?
- Sıran geldi. Gerçek evine gidiyoruz.
- Gerçek ev mi? Sen! Yoksa!
- Evet. Hadi gidelim.
– Dur bir dakika..bir sürü yarım işim var.
- İş yarım kalmaz. Birileri tamamlar. Oyalanma artık.
- Çocuklar, onlar daha çok küçük, bari vedalaşsaydım.
- Sen olmadan da büyürler, hadi bekliyorlar.
- Bekliyorlar mı? Onlar da kim?
- Gidince görürsün.
- Anladım. Anladım ama kalbini kırıp, gönlünü alamadıklarım, iyiliğini görüp, karşılık veremediklerim var. Anlayacağın borçlu gitmek istemiyorum.
- Bunu zamanında düşünseydin!
- Zamanında mı? İyi de ben daha zamanım var sanıyordum.
- Hepiniz aynısınız.. Zaman dediğin, içinde bulunduğun an..
Bunun ötesi yok.
- Keşke, keşke….
- Devam etme. Bugünü yaşarken hep yarın var gibi davrandın. Üstündeki üniformanın sorumlulukları var..
Yerine getirmedin...
Bu sana bir uyarıydı. Şimdi gitmiyoruz… Ama her an gidebiliriz..
Bir daha geldiğimde önünde umut, arkanda pişmanlık olmasın!..[/h]
 
Profesör elinde içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı
Herkesin göreceği bir şekilde tutuyordu ve ardından sordu :
“Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?”

’50gm!’ … ’100gm!’ …’125gm’ diye öğrenciler yanıtladı.

“Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem,” dedi profösör,

“Ama, benim sorum şu ki “Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?”

‘Hiçbir şey’ …..diye yanıtladı öğrenciler.

“Tamam peki, 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?” diye sordu profesör bu kez…

“Kolunuz ağrımaya başlardı efendim” diye öğrencilerden biri yanıtladı

“Haklısınız, peki şimdi ben 1 gün boyunca tutsam ne olurdu?”

“Kolunuz iyice ağrır, kas spazmı, batar vs gibi sorunlar yaşardınız ve hastaneye gitmek zorunda kalırdınız!”

Tüm öğrenciler çeşitli yorumlar yaptı ve gülüştüler.

“Çok iyi. Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme olur muydu?” diye sordu profesör.

“Hayır….” diye yanıtladı herkes

“Peki o zaman kolun ağrımasına ve kas spazmına neden olan neydi?”

Öğrenciler bulmaca çözermişçesine düşünmeye başladılar.

“Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?”diye tekrar profesör sordu.

“Bardağı bırakın düşsün!” diye öğrencilerden biri yanıt verdi.

“Kesinlikle!” dedi, profesör. “Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsın. Bir sorun yokmuş gibi görünür. Uzun bir süre düşünürsün. Başınız ağrımaya başlar.

Daha uzun düşünün. Artık seni bitirmeye ve hiçbir şey yapamamana neden olur.

Hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek önemlidir,
Fakat DAHA ÖNEMLİSİ onları her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır (bardak gibi). Bu şekilde strese girmez, ve her gün taze bir beyin ile uyanır ve her konuyla ve yolunuza çıkan her mücadele ile başa çıkabilecek güçte olursunuz!

Sevdiklerinize şunu hatırlatın :

‘Bardağı yere bırakın bugün!’
 
İki rahibe,biraz kasabada dolaştıktan sonra,manastırda buluşmak için ayrılmışlar. Biri doğruca manastıra gitmiş,diğeri biraz daha dolaşmaya karar vermiş.Saat epeyce ilerlemesine rağmen manastıra dönmeyen arkadaşı oldukça meraklanmış. Bir süre sonra manastır kapısı hızlıca açılmış ve diğer rahibe kan ter içinde koşa koşa içeriye dalmış.Arkadaşı sormuş.
- Hayırdır bu ne telaş,nerde kaldın?
- Sorma demiş diğeri..Bilsen başıma neler geldi?
- Senden sonra biraz daha vakit geçireyim derken,bir sokakta adamın biri beni sıkıştırdı.Ağladım,bağırdım,çağırdım ama duyan yok.
- ee? demiş öteki..Sonra?
- Baktım çabalarım boşuna,adamın gözü dönmüş.tanrıya dua ederek,herşeyi oluruna bıraktım.O da eteğimi yukarı çekti..
- Vah vah,demiş diğeri..Ee,buraya nasıl geldin?
- nasıl olacak demiş,öbürü.. Eteği çekilmiş bir kadın,pantolonu inmiş bir erkekten her zaman hızlı koşar, kaçtım koşa koşa geldim...


:)
 
Bir acelesi olduğunu, onu görür görmez anlamıştım. Sağanak hâlinde yağan yağmura aldırış bile etmiyor ve bükülmüş beline rağmen sağa sola koşuşuyordu.
Yanına sokularak Hayrola teyzeciğim, dedim. Bir derdiniz mi var? Sıcak bir tebessümle:
- Buraların yabancısıyım evlâdım, dedi. Hastahane tarafına gidecek bir araba arıyorum.
-Biraz beklerseniz aynı dolmuşa binebiliriz, dedim. Oraya geldiğimizde size haber veririm.
Teşekkür ederek yanıma yaklaştı ve küçük bir çocuk gibi şemsiyemin altına girdi. Nurlu yüzü yağmur damlacıklarıyla ıslanmış ve yanacıkları pembe pembe olmuştu.
-Torunlarımdan biri menenjit geçirdi, diye devam etti. Ziyaret saati bitmeden dolaşmak istemiştim. Saatime baktıktan sonra: -20 dakikanız var, dedim. Hastahane yakın ama, bu havada pek araba
bulunmuyor.
Durağa herkesten önce geldiğimiz için dolmuşa da rahatça bineceğimizi zannediyordum. Ancak araba yanaştığında, arkamızda duran 4-5 kişinin bir anda hücum ettiğini gördüm. İçeriye doluşan ve arkadaş oldukları anlaşılan adamlara:
- İlk önce biz gelmiştik, dedim. Sırayı bozmaya hakkınız var mı? Ön koltukta oturanı:
-Hak istiyorsan Hakkâri’ye gideceksin arkadaşım, dedi. Hem oradaki haklardan K.D.V. de alınmıyormuş. Bu lâf üzerine attıkları kahkahalarla bindikleri araba sarsılmış ve sinirlerim allak bullak olmuştu.
Sakinleşmeye çalışarak: - Ben biraz daha bekleyebilirim, dedim. Ama şu ihtiyar teyzenin
hastahaneye yetişmesi gerekiyor.
Bu defa şoför lâfa karışıp: - Teyzenin arabaya falan ihtiyacı yok be kardeşim, dedi. Okuyup üfledi mi
hastahaneye uçuverir. Tekrar kopan kahkahalarla birlikte araba uzaklaşıp gitti. Yaşlı kadına baktım, tevekkülle susuyordu. 5-10 dakika sonra gelen bir başka dolmuşa onunla beraber bindim ve şoföre, teyzeyi hastahanede indirmesini söyledim. Yaşlı kadın, yapacağı ziyaretten ümitsiz görünmesine
rağmen şikâyet etmiyordu. Üstelik trafik de yarı yolda tıkanıp kalmıştı.
Şoför: -Yolun bu durumu hayra alâmet değil, dedi. Sebebini anlasam iyi olacak.

Arabayı çalışır vaziyette bırakıp ileriye doğru yürüdü ve biraz sonra
döndüğünde: - Kısmete bak yahu, dedi. Bizden önce kalkan dolmuşa kamyon çarpmış.
Heyecanla: - Bir şey olmuş mu, diye atıldım. Yâni yaralı falan var mı? - Herhalde, diye cevap verdi. Dolmuşta bulunanları, teyzenin gideceği hastahaneye kaldırmışlar.
Göz ucuyla yaşlı kadına baktım. Solgun dudaklarıyla bir şeyler mırıldanıyor ve sanki onlar için dua ediyordu. Şoför, koltuğuna yavaşça otururken: -Kısmet işte, diye tekrarlayıp duruyordu. Sen kalk koca bir kamyonla çarpış. Hem de Türkiye’nin öbür ucundan gelen Hakkâri plâkalı bir
kamyonla. Adalet er veya geç yerini bulur. Ama mutlaka bulur.
 
İnsanların birbirini yanlış anlaması için en az 9 ihtimal var..
(Sylviane Herpin)
* Düşündüğünüz
* Söylemek istediğiniz
* Söylediğinizi sandığınız
* Söylediğiniz
* Karşınızdakinin duymak istediği
* Duyduğu
* Anlamak istediği
* Anladığını sandığı
* Anladığı
 
[h=5]Kadın, adın nedir?”
“Bilmiyorum ...”
“Yaşın kaç? Nerelisin?”
“Bilmiyorum ...”
“Niçin o tüneli kazıyordun?”
“Bilmiyorum ...”
“Ne zamandır gizleniyorsun?”
“Bilmiyorum ...”
“Niçin ısırdın parmağımı?”
“Bilmiyorum ...”
“Bizden sana zarar gelmeyeceğini bilmiyor musun?”
“Bilmiyorum ...”
“Kimin tarafındansın?”
“Bilmiyorum ...”
“Bu bir savaş, seçimini yapmalısın?”
“Bilmiyorum ...”
“Köyün hâlâ yerinde duruyor mu?”
“Bilmiyorum ...”
“Şunlar senin çocukların mı?”
“Evet ...”

(Bir kadin bir tek "anne" oldugunu unutmaz..!)

Wislawa SZYMBORSKA ... VİETNAM .[/h]
 
[h=5]İmam, Papaz, Haham

İstanbul Beyoğlu'nda biri birine komşu olan kilise, havra ve caminin din görevlileri; papaz, haham ve hoca arkadaş olurlar. Üçü de mabetlerinde kendi dinince ibadetini yaptırır, sonra bir arada vakit geçirirler.

Yeni yıl nedeni ile bir araya geldiklerinde kağıt oynamaya otururlar. İnsanoğlu bu başlamaya dursun, bir süre sonra bu oyunları kumara dönüşür. Sonunda ihbar edilirler ve polis aniden baskın yapar. Hemen toparlanıp oyun kağıtlarını saklarlar, ama polis durumdan emindir, önce papazı sıkıştırır:

' - Siz din adamısınız, yalan söylemek size yakışmaz, söyle, kumar oynuyordunuz, değil mi?

Papaz işin nereye varacağını kestirir ve inkâr eder. Polis kararlıdır, kiliseden İncil' i getirtir,

' - Öyleyse Mukaddes kitap üzerine yemin et' der.

Papaz bir kere hayır demiştir, şimdi itiraf ederse büsbütün kötü olacağını bilir. 'Ne yapayım,' diye düşünür, 'simdi yalan yere yemin

eder, sonra kiliseye girer günah çıkartırım, Allah affeder...'

Elini kitaba basıp yemin edince, polisin yapacak bir şeyi kalmamıştır.

Bu defa haham'a döner bütün kibarlığını takınarak;

' - Söyle Haham efendi,' der, 'sakın inkâr etme, kumar oynuyordunuz, değil mi? '

Haham düşünür, 'evet' dese hem papazı ele vermiş olacak, hem de kendisi için durum iyi olmayacak. 'Papaz bizden daha kıdemli,

inkar ettiyse bir bildiği vardır hem arkadaş uğruna işleyeceğim bu suçu Allah elbet affeder' diye kendini avutup, basar yemini...

Sıra gelmiştir İmama. Polis bu son kozu da kaybetmek istemez. Bütün hışmı ile ona döner:

' - Bak hoca efendi,' der, 'bilirsin dinimizde yalan söylemek çok günahtır. İtiraf et; kumar oynuyordunuz, değil mi? ':

Hoca ellerini kaldırır, papaz ve hahamı işaret eder,

' - İyi de polis bey kardeşim; onlar oynamamışsa ben yalnız başıma nasıl oynadım?" der.[/h]
 
[h=5]Ali 3. sınıfa giden zeki bir çocuktur.Bir gün öğretmeni Ali'ye 'Siyaset' nedir diye sorar.Ali düşünür ama o çocuk aklıyla cevap veremez.Eve gider kitaplara bakar ama hiçbir şey anlayamaz.O da babasına sormaya karar verir.
—Baba, Siyaset nedir?' Baba düşünür.Ali'ye uygun bir yolla anlatmak ister.
—Bu evde parayı getiren kim oğlum?
—Sen.
—Ben kapitalist rejimim.
—Peki, parayı alıp bizim yiyecek içecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarımızı karşılayan kim?
-Annem...
—O da hükümet.
—Peki, küçük kardeşinle kim ilgileniyor?
—Dadım...
—Dadın işçi, kardeşin gelecek, sen de halksın o zaman.
Ali her şeyi not alır ve uyur.Gece garip seslerle uyanır.Bir de bakar ki kardeşi ağlıyor.Yanına gidince altına pislediğini anlar.Hemen annesini kaldırmaya gider.Ama ne yaparsa yapsın anne kalkmaz.Bu arada salondan gelen sesleri merak eder ve salona gider.Babasıyla dadısını uygunsuz yakalayan Alinin ağzından aynen şu kelimeler dökülür:
—Kapitalist rejim işçiyi sömürüyor, hükümet uyuyor, gelecek b** içinde, halk ne yapsın[/h]
 
Üst