Miraç kandiliniz Mübarek olsun

Ynt: Miraç kandiliniz Mübarek olsun

index.php
 
Ynt: Miraç kandiliniz Mübarek olsun

Nat-ı Şerif ? Arif Nihat Asya

Seccaden kumlardı?
Devirlerden, diyarlardan
Gelip göklerde buluşan
Ezanların vardı!

Mescit mü?min, minber mü?min?
Taşardı kubbelerden Tekbîr,
Dolardı kubbelere ?âmin!?

Ve mübarek geceler, dualarımız,
Geri gelmeyen dualardı?
Geceler, ki pırıl pırıl,
Kandillerin yanardı.

Kapına gelenler, yâ Muhammed,
-Uzaktan, yakından-
Mü?min döndüler kapından!

Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.

Konsun ?yine- pervazlara güvercinler,
?Hû hû?lara karışsın âminler?
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!

Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi?
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi?
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?

Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü?minlerin vardı?
Ve bir gün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme?nin kucağında
Abdullah?ın yetimi
Âmine?nin emaneti ağlardı.
Hatice?nin goncası,
Aişe?nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
Göklerin resûlüydün?

Elçi geldin, elçiler gönderdin?
Ruhunu Allah?a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke?de bunalırsan
Medine?ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?

Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor?
Diller, sayfalar, satırlar
?Ebu Leheb öldü? diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt?alar dolaşıyor!

Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe?ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!

Hased gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı?nda derebeyi?
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği?
İyiliğin türbesine
Türbedâr oldu iyi.

Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına,
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına!

Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Tâif?tir, kimi Hayber?dir?
Fethedemedik, yâ Muhammed,
Senelerdir.

Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi?
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi?
Günahın kursağında
Haramların peteği!

Bayram yaptı yapanlar;
Semâve?yi boşaltıp
Sâve?yi dolduranlar?
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar?
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman?lar!

Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı?
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
Yabanların gözünde kalacaktı!

Konsun -yine- pervazlara güvercinler,
?Hû hû?lara karışsın âminler?
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!

Ne oldu, ey bulut,
Gölgelediğin başlar?
Hatırında mı, ey yol,
Bir aziz yolcuyla
Aşarak dağlar, taşlar,
Kafile kafile, kervan kervan
Şimale giden yoldaşlar!

Uçsuz bucaksız çöllerde,
Yine, izler gelenlerin,
Yollar gideceklerindir.

Şu tekbir getiren mağara,
Örümceklerin değil;
Peygamberlerindir, meleklerindir?
Örümcek ne havada,
Ne suda, ne yerdeydi;
Hakkı göremeyen
Gözlerdeydi!

Şu kuytu cinlerin mi;
Perilerin yurdu mu?
Şu yuva -ki, bilinmez-
Kuşları Hüdhüd müdür, güvercin mi, kumru mu?
Kuşlarını, bir sabah,
Medine?ye uçurdu mu?

Ey Abvâ?da yatan ölü,
Bahçende açtı dünyanın
En güzel gülü;
Hâtıran, uyusun çöllerin
Ilık kumlarıyla örtülü!

Dinleyene, hâlâ,
Çöller ses verir;
?Yaleyl!? susar,
Uğultular gelir.
Mersiye okur Uhud,
Kaside söyler Bedir.
Sen de bir hac günü,
Başta Muhammed, yanında Ebû Bekir;
Gidenlerin yüz bin olup dönüşünü
Destan yap, ey şehir!

Ebû Bekir?de nûr, Osman?da nûrlar?
Kureyş uluları, karşılarında
Meydan okuyan bir Ömer bulurlar;
Ali?nin önünde kapılar açılır,
Ali?nin önünde eğilir surlar,
Bedir?de, Uhud?da, Hayber?de
Hakk?ın yiğitleri, şehîd olurlar?
Bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı,
Yerde kalmazdı ruh? kanatlıydı.

Konsun ?yine- pervazlara güvercinler
?Hû hû?lara karışsın âminler.
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!

Vicdanlar, sakat çıkmadan,
Yâ Muhammed, yarına;
İyiliklerle gel, güzelliklerle gel
Âdem oğullarına!

Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî, bestelesin Tekbîr?ini;
Evliyâ, okusun Kur?ân?lar!
Ve Kur?ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
Kayışzâde Osman?lar
Na?tını Galip yazsın,
Mevlid?ini Süleyman?lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan?lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!

Gel, ey Muhammed, bahardır?
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır?
Hacdan döner gibi gel;
Mi?râc?dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!

Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad?
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezânlarını Dâvûd okusun!

Konsun ?yine- pervazlara güvercinler,
?Hû hû?lara karışsın âminler?
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!



Kandiliniz Mübarek Olsun
 
Ynt: Miraç kandiliniz Mübarek olsun

Kutlu Olsun Mirac?ın - Birol Cangi


Kutlu Olsun Miracın ey yıldızım
Kutlu Olsun Miracın ey yalnızım
Kutlu Olsun Miracın ey sancılım
Kutlu Olsun Miracın ey yıldızım

Sana olsun selamlar sana olsun dualar
Ardında aydınlığı daima yayanlar
Ardında yokluğunun şok soğuğu
Ardında Miracını coşku ile kutlayanlar

Bir kızıl gece üstüne doğansın
Binlerce ateşi o an söndürensin
Sonsuz rahmete sebep bir tek sensin
Çatlasın düşmanların Kutlu olsun Miracın

Sıracılar ardına gizlenmiş ölümle
Ellerinden öperler her dem selamla
Günahkarız ey Hz.Muhammed sen anla
Çatlasın düşmanların Kutlu olsun Miracın

Ağlama bebeciğim bu son hançer olacak
Emperyalizm dediğin İslamla son bulacak
Ağlama bebeciğim bu açlığın bitecek
Atalarından sana Mirac miras kalacak

Kutlu olsun yakarışın ey mübarek Peygamber
Sen verdin eli bize sensin en büyük rehber
Sana selam olsun sana olsun müjdeler
Kutlu olsun Miracın ey mübarek Peygamber

Başımızın tacısın dertlerin ilacısın
Her müslüman yüreği Miraç için ağlasın
Sana selam olsun sana olsun müjdeler
Kutlu olsun Miracın Ey Mübarek Peygamber


Dedeciğim ağlama gönlüne dert bağlama
Milyon kafir olsa kalksa üstüme gelse
Dehşetimden duramaz rüzgar gibi uçarım
Yüz bin damla kin ile mazide uyanırım.

Kutlu olsun Miracın ey kahraman Peygamber
Kelam eyle gayrı şefaat et ey büyük rehber
Kutlu olsun Miracın ey azizler atası
Kutlu olsun Miracın ey kahraman Peygamber
 
Ynt: Miraç kandiliniz Mübarek olsun

Herkese hayırlı kandiller,dualarım sınava girecek olan arkadaşlarım için olacak...Özellikle canıma (smmmkaradag)
dua etcem bu gece...
 
Ynt: Miraç kandiliniz Mübarek olsun

Miraç kandilimiz mübarek olsun,Tüm islam alemine sağlık,mutluluk,huzur ve barış getirmesini dilerim.
 
Ynt: Miraç kandiliniz Mübarek olsun

Kandiliniz mübarek olsun..

Miraç hadisesinden önce; HZ Ebubekir peygamberimize Allah'ın huzuruna çıktığında benim için bir rekat namaz kıl demiş.Peygamberimiz huzura çıktığında ilk önce Allah için secdeye gitmiş sonra kendi için bir secdeye gitmiş ,daha sonrada Hz Ebubekir'e verdiği söz aklına gelmiş onun içinde bir rekat namaz kılmış.Sünnet kendi için,farz Allah için vacip söz verdiği için kıldığı namazdan yatsıdan sonra kılınan vitri vacip namazı oluşmuş.
 
Ynt: Miraç kandiliniz Mübarek olsun


Refref'in kutlu süvarisi

Dudakları şeker ezenlerden biri diyor ki, bir zamanlar, adaletli sokakların kenti olan Bağdat'ta, siyaha bürünmüş bir dilenci, Abbasi halifelerinin iftiharı olan Harun Reşit'in yolunu kesti ve "Harun!" dedi

"Sana bir hediye getirdim. Bir hediye ki senden önceki hiçbir hükümdar böylesine değerli bir cevhere sahip olmadı." Halife kederli bir günündeydi ve adamları dilenciyi yanından uzaklaştırmak istediler. O biçare ise hiç telaşlanmadan, yırtık giysisinin yakasına elini uzattı, eskimiş, kirlenmiş, yazıları dağılmak üzere olan bir kâğıt parçası çıkardı, halifeye sundu. Dilenci sözlerine başlarken "kıymetli bir cevher" demişti, herkes halifeye sunduğu şeyin, en azından bir yakut veya elmas olmasını bekliyordu. Bu yüzden, kirli bir kâğıt parçası elbette muhafızları öfkelendirdi. Oysa kâğıdı eline alan öfkelenmemiş; bilakis yüzü aydınlanıvermişti. Sevindiği, çok sevindiği belli oluyordu. Öyle ki kâğıda baktıkça şad oldu, dudakları kıpırdadıkça abad oldu. Üzüntüsü dağıldı, kederi gitti. Dünyalar onun olmuş gibi bir hale yetti. Fakire o derece çok bahşişler verdi, o kadar hazineler sundu ki, daha evvel bir hükümdarın, bir dilenciye hiç bu kadar yüksek bir ihsanda bulunduğunu tarih yazmamıştı. Bununla yetinmedi, sırtındaki mücevher işlemeli kaftanını zavallının omuzlarına giydirdi, parmağındaki mücevher yüzüğü avucuna sıkıştırdı. Durmadı, sarayına koştu, altın ve gümüşten ne varsa fakir fukaraya dağıtılmasını buyurdu.

Geceydi... Harun sevincinden uyuyamıyordu. Bir ara dalar gibi oldu. O sırada rüyasına iki cihanın serveri, evvelkilerin ve sonrakilerin efendisi, kâinatın övüncü Muhammed Mustafa girdi. Lütfen ve keremen buyuruyordu ki;

"Ey Harun!.. Mademki benim hilyemi görünce böylesine memnun ve şâd oldun, mademki beni yakından tanımakla hürmetini çoğaltıp salavat okudun; o fakir ki senin ihsanlarınla zengin oldu; şimdi ben de sana öyle zengin bir müjde vereyim ki beni sevenlere ibret olsun. Çünkü Allah Teala 'Ey Habibim!" buyurdu, "Senin hilyeni görenler şâd olsun, onu muhafaza edeni belalardan muhafaza edeyim, onu (zihninde veya üzerinde) taşıyanı kıyamete dek koruyayım, cehennem ateşi o kişiye haram olsun, bir azaba uğramasın, didarımı görsün!'."

O günden sonra, zarif insanlar, kendilerine Hilye nüshasıyla gelen bir dilenciyi geri çevirmediler; devletlular, hilyeyi vasıta ederek talepte bulunan hiç kimseyi kapılarından boş döndürmediler... Hilye hürmetine suçluları affetmek, hilye yüzü suyuna küs ile barışmak bir gelenek oldu...

Hakanî Mehmet Bey (ö.1605) anlattı bu hikâyeyi bize. Hilye-i Saadet adlı o muhteşem eserinde. Hilye, Türk'e özgü bir edebi tür oldu sonra. Türk ruhunda uyanmış bir sevginin çiçekleri oldu, hasbahçelerde gül gül açtı. Kâh şiire döküldü, kâh nakşa yansıdı... Ama illa ki hat olup çizildi, münhanilerde birikip keşidelerde uzayarak yazıldı, yazıldı, durmadan yazıldı...

Peki hilyeler neyi anlatırdı; Harun'u o derece sevindiren neydi?!..

Hilyeler, kâinatın incisini ve Refref'in süvarisini anlatıyordu. Onun vücut yapısını, güzel ahlâkını, hâl ve hareket tarzını, tavır ve davranışlarını, mahzâ O'nu anlatıyordu. O ki eşref-i mahlukat idi, güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilmişti. O ki bütün şahsî ve hususî hayatı ümmetine örnek idi, o ki bakışıyla ve duruşuyla, durması ve kımıldamasıyla ümmetine rehber idi. O'nu tanımak, O'nu bilmek bunun için önemliydi ve Hilyeler aslında bir özleme cevap veren yüzyılları kuşatmış bir hasret hayalinin cevabıydı. Hilyeler, O'nu tanımak, bilmek isteyen hasret gönüllerin özlemiydi. Hilyeler rehberini görmek isteyen uzak yolcuların asırlar süren en ihtişamlı emeli, belki O'nu görmeyenlerin yüzyıllarca biriken özleminin adıydı. Hilye, binlerce yıl kaç binlerce Ebubekir'lerin, Ömer'lerin, Osman'ların; sonra Amine'lerin, Hatice'lerin, Ayşe'lerin hasretiydi ama Fatıma'nın ağzından gözyaşı olup dökülmüştü:

"Babacığım! Senin yüzünü bundan sonra göremeyeceğim!.."

İşte o vakit Efendim Muhammed, çağırdı Ali'yi yanına, o yiğitler yiğidi Ali'yi ve buyurdu:

"Hilyemi yaz ki vasıflarımı görmek beni görmek gibidir." İlmin hazinesi ile kapısı arasında geçen bu konuşma bize hilyeleri verdi. Ve Ali yazdı, O'nun "Beni rüyâsında gören kimse, beni sağlığımda görmüş gibi olur; çünki şeytan benim sûretime giremez." buyurduğunu bilerek yazdı. Yazdı ki O'nu cihan tanısın, yazdı ki O'nu can tanısın. Hayatta göremeyenler rüyasında görerek tanısın, rüyada doymayanlar hayal edebilsin tanısın... Hele ezberlesin okusun, okusun ezberlesin...

O'nu en ziyade şairler ve hattatlar tanıdı. Şairler O'nu tanımak için mısra mısra damıttılar ince fikirlerini, hattatlar harf harf yürüttüler zarif sanatlarını. Hz. Ali'nin yazdıklarını yeniden yazdılar; bıkmadan usanmadan, usanmadan, bıkmadan... Ve "Hz. Ali, Hz. Peygamber'i vasfettiği zaman şöyle buyurdu: Hz. Peygamber'in boyu ne çok kısa, ne de çok uzundu, orta boyluydu. Ne kıvırcık kısa, ne de düz uzun saçlıydı; saçı, kıvırcıkla düz arası idi. Değirmi yüzlü, duru beyaz tenli, iri ve siyah gözlü, uzun kirpikliydi. İri kemikli ve geniş omuzluydu. Göğsü, ortadan karnına kadar kılsızdı. İki avucu ve tabanları dolgundu. Yürüdüğü zaman, sanki yokuş aşağı iner gibi rahatlıkla ilerlerdi. Sağına ve soluna baktığında, bütün vücuduyla dönerdi. İki omuzu arasında 'nübüvvet mührü' vardı. Bu, O'nun sonuncu peygamber oluşunun nişanesi idi. O, insanların en cömert gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuşak huylusu ve en arkadaş canlısı idi. Kendilerini ansızın görenler, O'nun heybeti karşısında sarsıntı geçirirler; fakat üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulunanlar ise, O'nu her şeyden çok severlerdi. O'nun üstünlüklerini ve güzelliklerini tanıtmaya çalışan kimse: 'Ben, gerek O'ndan ve gerekse O'ndan sonra, Rasûlullah gibi birisini görmedim' demek suretiyle O'nu tanıtmak hususundaki aczini ve yetersizliğini itiraf ederdi. Allah'ın salat ve selamı O'nun üzerine olsun."

Mi'rac kandiliniz mübarek olsun. Ve yarından tezi yok, evinize bir Hilye kitabı veya levhası götürün...

İskender Pala
 
Ynt: Miraç kandiliniz Mübarek olsun

Herkesin mirac kandilini tebrik ederim,duaların kabul olunması temennisi ile....Sağlıcakla kalın.
 
Ynt: Miraç kandiliniz Mübarek olsun

Kandiliniz mübarek olsun..
 
Gecenin güzel yüzü yüregine dokunsun, şeytan senden uzakta, melekler başucunda olsun, güneş öyle bir geceye doğsun ki dualarınız kabul kandiliniz mubarek olsun.
 
Sevdiklerimizle sağlıklı, mutlu, huzurlu nice kandiller geçirmemiz dileğimle... Dualarımızın, dileklerimizin gerçekleşmesi ve herşeyin gönlümüzce olması dileğimle.

Hayırlı kandiller olsun hepimize... Sevgilerle...
 

Benzer konular

Üst