uyumsoft

Niye Şiir Olmasın!!!

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan heerdeem
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

Benim Aşkım

Feryâdımı duymasan da,
Yoluma baş koymasan da,
Unuttuğumu sansan da,
Seni ben hiç, unutamam.
Kaçsan da sen köşe bucak,
Benim aşkım yaşayacak !
Çağırmasan, gelmesen de,
Güldürmesen, gülmesen de,
Kıymetimi bilmesen de,
Seni ben hiç, unutamam.
Kaçsan da sen köşe bucak,
Benim aşkım yaşayacak !
Kabul etsen, etmesen de,
Kovsan beni git desen de,
Gözüm gönlüm yine sende,
Seni ben hiç, unutamam.
Kaçsan da sen köşe bucak,
Benim aşkım yaşayacak !
Hüzne boğsan hep üzsen de,
Seviyorum demesen de,
Öyle bir kalp var ki bende,
Seni ben hiç, unutamam.
Kaçsan da sen köşe bucak,
Benim aşkım yaşayacak !
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

Sen Sen Sen

Bir dağbaşı yalnızlığı yaşıyorum yeniden.,
Dağbaşı yalnızlığı ölümden beter.
Hiç kimse aramasa sormasa beni
Sen gelsen yeter..

Huzur ellerinin güzelliğidir.
Gözlerin karşımda mutluluk denizi.
Her sabah soframızda ekmeğimizi
Sen bölsen yeter..

Yüreğim seninle yaylalar kadar serin
Ne bir çizgi hasret, ne bir nokta gam
Yayla dumanı gibi gözlerime her akşam
Sen dolsan yeter..

Bende çaresizlik sonsuz kördüğüm.
Bende sabır sende naz..
Gündüzünden vazgeçtim düşümde biraz
Bir yüz görümlüğü sen olsan yeter..

Duymasa da hiç kimse şâir gönlümün,
Sende karar kıldığını...
Ve içimin şerha şerha yarıldığını,
Sen bilsen yeter..

Bir gün duysan bittiğimi, tükendiğimi..
Çıkıp gelsen uzaklardan korkulu ürkek..
Bir incecik dal gibi üzerime titreyerek,
Eğilsen yeter...........

Yavuz Bülent Bakiler
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

Ne yazmak umrumda ne ün nede şan
Yüreğinde bir kıvılcım olmak istedim
Sana ben şiirler, sözler büyüttüm,
Sana ben baharlar, yazlar büyüttüm,
Sana ben hummalı gizler büyüttüm,
Söyleyemedim..
Sana ben hayaller, düşler büyüttüm,
Sana ben gözümde yaşlar büyüttüm,
Sana ben hummalı aşklar büyüttüm,
Söyleyemedim..
Hayallerimdin işte sen, bütün düşlerimdin..
Akan her damla yaş sanaydı, sensiz olmazdı..
Ateş gibiydi işte aşkın, yakardı, söndüremezdim..
Ama sen hiç birini bilemedin,
Ben de Söyleyemedim..
Yüreğimin sesini ne zamana kadar yabancı bir şarkı gibi dinleyeceksin bilmiyorum
Elin elime değmeden belki göcüp gideceğim
Düşlerde sevdim seni
Sessiz öptüm nefesini, söyleyemedim..
Senin bilmediğin zamanlarda, senin bilmediğin mekanlarda sevdim..
Bunu sana hiç bir zaman söyleyemedim..
Düşlerimdeydin hep..
Öyle büyüktü ki varlığın beni aştı ama sana ulaşmadı..
Ben seni, hep uzak sevdim, uzak öptüm..
Her nefesim senindi..
Çünkü ben, sen nefes alıp verdikçe vardım..
Ama sana ne sesimi, ne nefesimi duyuramadım..
Çığlık oldu sevgim, çarptı herkese, bir sana ulaşamadı
Sessiz, sakin, sen rahatsız olma, ürkme, korkma diye,
Benden kaçma diye usulca yok oldum
,
Söyleyemedim ...
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

OTUZÜÇ KURŞUN

1.

Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van'da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari güvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı...

Yiğitlik inkar gelinmez
Tek'e - tek doğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yana, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuzüç kurşunlu yürek
Otuzüç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda...

2.

Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alacakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı

Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yürekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere.

Düştü nazlı filintası aklına,
Yastığı altında küsmüş,
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu,
Alnında akıtma
Üç topuğu ak,
Eşkini hovarda, kıvrak,
Doru, seglavi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!

Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yüceltilere...
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
İlk atımda uçuran
Usta elleri...

Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi...

3.

Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...

Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...


4.

Ölüm buyruğunu uyguladılar,
Mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul-usul yoklayıp
Aradılar.
Didik-didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden...

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...

5.

Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda

Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı,
Hafif,
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
Yazar : AHMED ARİF
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

Giderim
Artık seninle duramam
Bu akşam çıkar giderim
Hesabım kalsın mahşere
Elimi yıkar giderim

Sen zahmet etme yerinden
Gürültü yapmam derinden
Parmaklarım üzerinden
Su gibi akar giderim

Artık sürersin bir sefa
Ne cismin kaldı ne cefa
Şikayet etmem bu defa
Dişimi sıkar giderim

Bozar mi sandın acılar
Belaya atlar giderim
Kurşun gibi mavzer gibi
Dağ gibi patlar giderim

Kaybetsem bile herşeyi
Bu aşkı yırtar giderim
Sinsice olmaz gidişim
Kapıyı çarpar giderim

Sana yazdığım şarkıyı
Sazımdan söker giderim
Ben ağlayamam bilirsin
Yüzümü döker giderim

Köpeklerimden kuşumdan
Yavrumdan cayar giderim
Senden aldığım ne varsa
Yerine koyar giderim

Ezdirmem sana kendimi
Gövdemi yakar giderim
Beddua etmem üzülme
Kafama sıkar giderim


Yusuf Hayaloğlu
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

İstanbul Acılar Kraliçesi
İstanbul ey İstanbul ey
Ey acıların gözyaşlarının kraliçesi
İstanbul ey İstanbul ey
Ey bozgunların garip çiçeği
Bu akşam yemin ettim
Seni bir daha öpmemek için
Benki bütün duvarlarını, afişlerle donatıp
Yumruğumla kanatmıştım
Rezil bir aşktı
Bütün arkadaşları miting alanlarında
Ve mezarlıklarda bırakmıştım

İstanbul ey İstanbul ey
Acılar kraliçesi
Umudun ve direncin yorgun anası
Ve ey çıldırmak üzere olmanın çamurlu ikonası
Tırnaklarım kopuyor, Görmüyormusun
Bir benmiyim kapılarını şaşıran her yokuşun başında
Bir benmiyim ekmek arasına canına doğrayıp doğrayıp yutan
Bir kedi bile sağarken yüreğini
Telaş içerisinde yavrusuna
Ey acımasız acuze!
utan şu türbelerinden
Minarelerinden utan
İstanbul ey İstanbul ey
Acılar kraliçesi
Savaşın ve bozgunların gariban çiçeği
Ve ey teslimiyete düşmenin o hazin gerçeği
Bayraklarım kanıyor, Sormuyormusun
Kadınlarınki;
Omuzları hicran, saçları ihanet sarısı
Çocuklarınki;
Yağmur emiyor yıkılası kaldırımlarından
En ücra genlerime, alyuvarlarıma,
Kılcal damarlarıma, ruhuma kadar.Bıktım
İliklerime, gömlek ceplerime kadar sızan
Bu Allahsız yağmurundan
İstanbul ey İstanbul ey
Acılar kraliçesi
İhtişamın ve sefaletin çaresiz bacısı
Ve ey çürümenin yok olmanın amansız sancısı
Ciğerlerim çatlıyor, Duymuyormusun
Hangi pencerene çıksam
O salya sümük pezevenk suratları
Hangi caddene dökülsem
O şangur şungur düş kırıkları
Bütün bu ezginler, tükenenler, yerlere serilenler, tutunamayanlar
Sarsmıyormu seni hiç
Bunca infilak
Bunca isyan çığlıkları
İstanbul ey İstanbul ey
Acılar kraliçesi
Aldanışların ve hüznün yalancı tanrıçası
Ve ey ruhu kirlenmiş gecelerin cilveli yosması
İntihar anı geldi, beni öpmüyormusun,
Ağlamak istemiyorum, yenildim sana
Hikayenin özeti bu
Bir istimlak gibi ödedim ve çiğneyip geçtin maceramı
Şimdi ben suçlarımı didikleyen bu martı sürüsüyle
Şimdi ben hangi şehirde soğulturum zonklayıp duran bu yaramı
İstanbul ey İstanbul ey
Acılar kraliçesi
İhanetin ve ihbarların arkadan dolaşan bıçağı
Ve ey ödeşmelerin, yüzleşmelerin, erkekçe vuruşmaların kaçağı
Beni harcadın ulan!
Beni sattın
Utanmıyormusun


Yusuf Hayaloğlu
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

"gelecegim, bekle dedi, gitti
ben beklemedim,
o da gelmedi
ölüm gibi birsey oldu.
ama kimse olmedi"

Özdemir Asaf
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

Ayrılık istiyorsan göz yaşımı silerim
Gizlerim hiç kimseye göstermem git gidersen
Senin yerine bağrıma taş basar ağlarım
Mutlu olacaksan git güle güle

Alıştım yalnızlığa soğuk gecelerine
Yatak yorganı iterim elimin tersiyle
Tenindeki koku yoksa uykuda haramdır
Mutlu olacaksan git güle güle

Acılar çekiyorsa yüreğim yokluğundan
Harabeye döndü vücudum dilim kurudu
Senden başkasını söyleyemez görmez gözüm
Mutlu olacaksan git güle güle

Sen gidiyorsunya son sözünde ayrılıktır
Başka bir sevgi tanımam koymam kalbime hiç
Bir tane sözün seviyorum demen yeterdi
Mutlu olacaksan git güle güle

Gezdiğim yerler alaca zifiri karanlık
Her saniyem güneşmi akşammı belli değil
Yuttuğum herbir lokma boğazıma dizilir
Mutlu olacaksan git güle güle

Senin yokluğun yaşatmaz öldürür dünyadan
Taşlardan taşa vurur gezdirir diyar diyar
Ağlamam desem inadına dökülür yaşlar
Mutlu olacaksan git güle güle

Hasret çöker içime alır ateşe sokar
Yanarken har ile senin adın varsa söner
Söyletir adını aratır cismini hergün
Mutlu olacaksan git güle güle

Issız gecenin kuytu köşelerine birbir
Sonbaharın yaprakları gibi savrulurken
Çatlamış kurak toprağa döndüyse sevdamız
Mutlu olacaksan git güle güle
_________________________________________________
Yüküm ağır,yolum ırak
Bağrıma taş basarak
Ardımdan izler bırakarak
Gözyaşlarına boğularak

Elveda güzel insanlar
Hakınızı helal edin yoldaşlar,
Ben onurumla yaşamayı seçtim
Çıplak, yalın ayak ama başı dik

Yüreğimde umut taşıyarak
Kaybetmeyi göze alarak
Biraz buruk ama kararlı
Gidiyorum aç,susuz ama alnı ak...
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

İNSANLAR...

İnsanlar da ülkelere benziyor
Sınırları var, yüzölçümleri
Yasaları var
Bayrakları, ilkeleri
Kimi dağlık bir arazidir.
Kimi kıraç
Kimi bereketli
Kimi dardır
Kimi engin gözalabildiğince
Kiminin sınırlarından sıkı pasaport denetimiyle girilebilir.
Elini kolunu sallayarak girersin kiminden içeri
Sonuçta ne küçümse insanları kızım
Ne de önemse gereğinden çok
Ama anlamaya çalış
Nedir ve ne kadar genişleyebilir yüzölçümleri

ATAOL BEHRAMOĞLU
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

Şems-i Tebrizi
gönlü geniş ve ruhu gezgin sufi meşreplilerin kırk kuralı:

birinci kural: yaradanı hangi kelimerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. şayet tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. yok eğer, tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

ikinci kural: hak yolu?nda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil!

üçüncü kural: kuran dört seviyede okunabilir. ilk seviye zahiri manadır. sonraki batıni mana. üçüncü batıninin batınisidir. dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.

dördüncü kural: kainattaki her zerrede allah?ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü o camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. allah?ı görüp yaşayan olmadığı gibi, o?nu görüp ölen de yoktur. kim o?nu bulursa, sonsuza dek o?nda kalır.

beşinci kural: aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. akıl temkinlidir. korka korka atar adımlarını. ?aman sakın kendini? diye tembihler. halbuki aşk öyle mi? onun tek dediği : ?bırak kendini, ko gitsin!? akıl kolay kolay yıkılmaz. aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. ne varsa harap bir kalpte var!

altıncı kural: şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. sen sen ol, kelimelere fazla takılma. aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. aşık dilsiz olur.

yedinci kural: şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, hakikat?i keşfedemezsin. kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

sekizinci kural: başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. bütün kapılar kapansa bile, sonunda o sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. şükret! istediğini elde edince şükretmek kolaydır. sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilir.

dokuzuncu kural: sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. sabır nedir? dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

onuncu kural: ne yöne gidersen git, -doğu, batı, kuzey ya da güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olark düşün! kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.

on birinci kural: ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. senden yepyeni ve taptaze bir ?sen? zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.

on ikinci kural: aşk bir seferdir. bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

on üçüncü kural: şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı hoca şeyh şıh var. hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. tutup da ona hayran olmaya değil.

on dördüncü kural: hakk?ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. ?düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir? diye endişe etme. nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

on beşinci kural: allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldur. tek tek herbirimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.

on altıncı kural: kusursuzdur ya allah, o?nu sevmek kolaydır. zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, yaradan?dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne layıkıyla sevebilirsin.

on yedinci kural: esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil, kalpte olur. onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

on sekizinci kural: tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil, bizzat içimizde bir sestir. şeytanı kendinde ara; dışında, başkalarında değil. ve unutma ki nefsini bilen rabbini bilir. başkalarıyla değil, sadece kendiyle uğraşan insan, sonunda mükafat olarak yaradan?ı tanır.

on dokuzuncu kural: başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. yakında gül yollayacak demektir.

yirminci kural: yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. gerisi zaten kendiliğinden gelir.

yirmi birinci kural: hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. şayet allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, hakk?ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.

yirmi ikinci kural: hakiki allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. ama bekri aynı namazgaha girdi mi orası ona meyhane olur. şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.

yirmi üçüncü kural: yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki, ağlar, perişan olur onun için. kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz. aşırılıklardan uzak dur. sufi ne ifrattadır ne tefritte. sufi daima orta yerde...

yirmi dördüncü kural: madem ki insan eşrefi-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda allah?ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. insan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

yirmi beşinci kural: cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. ikisi de şu an burada mevcut. ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.

yirmi altıncı kural: kainat yekvücut, tek varlıktır. herkes ve her şey görünmez iplerle birbirine bağlıdır. sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma. unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.

yirmi yedinci kural: şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. senin gönlün değişirse, dünya değişir.

yirmi sekizinci kural: geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. sufi daima şu an?ın hakikatini yaşar.

yirmi dokuzuncu kural: kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. bu sebepten, ?ne yapalım kaderimiz böyle? deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. öyleyse ne hayatının hakimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin.

otuzuncu kural: hakiki sufi öyle biridir ki, başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez. sufi kusur görmez. kusur örter.

otuz birinci kural: hakk?a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp... hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise, ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.

otuz ikinci kural: aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki, tanrı?ya saf bir aşkla bağlanabilesin. kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. bilhassa putlardan uzak dur, dost. ve sakın kendi doğrularını putlaştırma! inancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!

otuz üçüncü kural: bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen hiç ol. menzilin yokluk olsun. insanın çömlekten farkı olmamalı. nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.

otuz dördüncü kural: hakk?a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.

otuz beşinci kural: şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. mümin içindeki münkirle tanışmalı, tanrı?ya inanmayan kişi ise içindeki inananla. insan-ı kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. ve ancak tezatları kucaklayabildiğ i ölçüde olgunlaşır.

otuz altıncı kural: hileden, desiseden endişe etme. eğer birileri sana tuzak kuruyor, zarar vermek istiyorsa, tanrı da onlara tuzak kuruyordur. çukur kazanlar, o çukura kendileri düşer. bu sistem karşılıklar esasına göre işler. ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. o?nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. sen sadece buna inan!

otuz yedinci kural: tanrı kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. o kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. her insan için bir aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.

otuz sekizinci kural: ?yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım?? diye sormak için hiçbir zaman geç değil. kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık. her an her nefeste yenilenmeli. yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

otuz dokuzuncu kural: noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. hem bütün hiçbir zaman bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır, merkezinde.. . hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz. ölen her sufi için bir sufi daha doğar.

kırkıncı kural: aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma! ayrımlar ayrımları doğurur. aşk?ın ise hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. başlı başına bir dünyadır aşk. ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde.
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

?"Bir gün kaldığın yerden başlayacaksın

Biri seni bulacak...

Önce korkacaksın eski acılara yakalanmaktan

Biraz ürkeceksin!

Ne kadar dirensen de nafile...

İnsansın sonuçta, seveceksin..

Eski acılara bakıp da küsme sevdalara...

Gâvura kızıp da oruç bozulmaz!

Sök at kafandan acaba'ları.!

Bir kemik aynı yerden iki defa kırılmaz..."

CAN YÜCEL
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

HERŞEY SENDE GİZLİ

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
CAN YÜCEL
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

Cânı Kim Cânânı İçün Sevse Cânânın Sever

Cânı kim cânânı içün sevse cânânın sever
Cânı içün kim ki cânânın sever cânın sever

Her kimün âlemde mıkdârıncadur tab'ınde meyl
Men leb-i cânânumu Hızr Ab-ı Hayvânın sever

Başa dem düştükçe taksîr eylemez eyler meded
Ol sebebden muttasıl çeşmüm ciger kanın sever

Müşg-i Çîn âvâre olmuşdur vatandan men kimi
Hansı şûhun bilmezem zülf-i perîşânın sever

Şu ki ser-gerdân gezer başında vardur ki hevâ
Gâlibâ bir gül-ruhun serv-i hırâmânın sever

Akıbet rusvâ olub mey-tek düşer il ağzına
Kim ki bir ser-mest sâkî lâ'l-i handânın sever

N'olacakdur terk-i ışk etme Fuzûlî vehm edüb
Gâyeti derler ola bir bende sultânın sever

Fuzuli..
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

Sen İstanbul Kokardın
Martıların gözlerinden dinledim
İstanbul'un boğazı yanmış dün gece
Yıldızlar şahitlik etmiş, güya suçlu benmişim
Oysa can, yemin olsun yanağımdan süzülen denize
Ben bu şehre yüreğimi içirmedim

Göklerden hicran yağdı, İstanbul'lu bir geceydi
Yere düşen her damlanın yüreğinde sen vardın
İsmin dudaklarımda idamlık bilmeceydi
Yalansa kahrolayım, sen İstanbul kokardın

Sevda dediğin gülüm bir busedir dudağımda
Bıçak gibi, yasak gibi, kan gibi...
Utanır, intihar ederdi ölüm,
Hayata rest çekip ağladığımda,
Korkak gibi, tutsak gibi, yaşanmamış an gibi...
Ben lal olmuş bülbülüm, sen deli gülsün bağımda
Toprak gibi, yaprak gibi, candan özge can gibi
Kuş uçmaz kervan geçmez dağımda,
Kah aşkı yağan kar tanesi
Kah Leyla tüten rüzgardın
Zambak gibi leylak gibi,
Sigaramda duman gibi
Sevdiceğim, sen İstanbul kokardın

Dayadım ondörtlüyü İstanbul'un şakağına
İstediğim gül içmekti gözlerinden bir yudum
Seni sordum gündüzlerce bu şehrin her sokağına
Söylemedi, inat ettim gece seni uyudum

Ben bir sana, bir bu şehre gül dedim
Ayla toprak şahittir, şahittir denizle gece
Sensizken, İstanbul'da bir kez olsun gülmedim
Yıllar kapımı çaldı, ellerinde vur emri
Yokluğun var sen yoktun, ölüm geldi ölmedim
Ağladım yüreğimde sen, sende divane İstanbul
Aşkından hatıra dedim göz yaşımı silmedim
Ben bir sana, bir bu şehre gül dedim
Belki de can ben bu şehri güller için çok sevdim

Gözlerimden dökülen yaş denizi ıslatıyor
Sevda kilim, hasret nakış, gönül derdi dokuyor
Çatlayası deli yürek 'sen sen' diye atıyor
Oy gece gözlüm oy, İstanbul seni kokuyor


Serdar Tuncer
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
?O olmazsa yaşayamam.? demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.

Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları?
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
?O benim.? diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin?
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem
de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak?

CAN YÜCEL
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

O KADAR DA ÖNEMLİ DEĞİL BIRAKIP GİTMELER

o kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.
Dayanilmasi o kadar da zor degildir, büyük ayriliklar bile,
en güzel yerde baslatilsaydi eger.
utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer?
belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine derince bakmasalardı eğer?
çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de,
kalp,göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer?

düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman
meydan savaşlarında korkular aşkı ağır yaralamasaydı eğer?
rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer?
uykusuzluklar yıkıp geçmezdi kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer?
gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden de onlar payını almasaydı eğer?
ıssızlığa teslim olmazdı sahiller,
kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer?

sen gittikten sonra yalnız kalacağım
yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse?

evet sevgili,
kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer?

CAN YÜCEL
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

" Gelsene dedi bana
kalsana dedi bana
gülsene dedi bana
ölsene dedi bana

geldim
kaldım
güldüm
öldüm!!!"

Nazım HİKMET
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

Aynı uçurumun kıyısında iki hayattık
Aramızda demirden perdeler
İsimler koyuyorduk yaşanmamış günlerimize

Aynı yerinden kırılan
İki taze dal gibiydi kalbimiz
Sesimiz gittikçe güzelleşen bir şarkı

Belki sen de girmiştin bir çıkmaza
Ömrünün en kırılgan çağında
En güzel şiirlerini yazmıştın
Kafanda yarattığın o güzelliğe

Ve böyle bir anda vermiştin kararını
Haydi gönlüm neyim kaldı
Kaybedecek senden başka
Ve böyle bir akşam
Katıp kanının kızılını mürekkebine
Yazdın hiç silinmeyecek destanlarını

Aynı yerden alev alan
İki kağıt parçasıydık
Karalanmış iki defterdik
Tozlu raflarında hayat denilen kütüphanenin

Kalbimin yarısını aradım
Sende atıyordu
Ve sende kanıyordu hiç kapanmayan yaralarım
Ben senden öğrenmiştim sevmeyi
Seni hiç tanımadığım zamanlarda bile.
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider

Bir hatıradır şimdi dalgın dalgın uyuyan şehir
Solarken albümlerde çocuklar ve askerler
Yüzün bir kır çiçeği gibi usulca söner
Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir

Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler
Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı!
Bunu anlattılar hep, yani yiten bir aşkı
Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler

Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider

ATAOL BEHRAMOĞLU
 
Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!

Sen ağaçların aptalı
Ben insanların
Seni kandırır havalar
Beni sevdalar
Bir ılıman hava esmeye görsün.
Düşünmeden gelecek karakış...
Açarsın çiçeklerini...
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü...
Bir güler yüz bir tatlı söz...
Açarım yüreğimi hemen
Yemişe durmadan çarpar seni karayel
Beni karasevda
Hem de bilerek kandırıldığımızı
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza
Ko desinler bize şaşkın
Sonu gelmese de hiç bir aşkın
Açalım yine de çiçeklerimizi
Senden yanayım arkadaşım
Havanı bulunca aç çiçeklerini
Nasıl açıyorsam yüreğimi
Belki bu kez kış olmaz
Bakarsın sevdan düş olmaz
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama
Vur kendini sen de bu güzel havaya

Aziz Nesin.
 
Üst