Ynt: Niye Şiir Olmasın!!!
Cihan padişahı Yavuz Sultan Selim, Şam yakınına otağını kurdurarak burada üç ay kadar kalmış. Bir Türkmen kızı da, zaman zaman padişahın çadırına gelerek, otağın temizlik işlerini yapar, hünkâr çadırını tertibe ve düzene sokarak sıradan gündelik işlerle meşgul olurmuş.
Yine bir sabah temizlik için geldiğinde, Sultan Selimi görmüş. Türkmen güzelinin gönlü sultana, su gibi aniden akıvermiş gönlünü kaptırmış ona. ? Hani kalbin, her an bir halden başka bir hale geçmek, gibi anlamları da vardır ya- Zamanla kalbinin içini, ince bir sızı sarmış genç kızın ve başlamış kalbi için için göynümeye.
Bir gün, gözü hünkâr çadırının direğine ilişmiş. Aşkın gücü ona direğin üst kısmına şöyle bir satır yazma cesareti vermiş:
?Seven insan neylesin?
Yavuz Sultan Selim, otağına yatmaya gelince, birden direkteki yazıyı fark etmiş, ?Bu da ne ola ki? diyerek uzun bir muhakemeden sonra, bir vehim ve bin endişe derken? Almış eline kalemi şöyle bir satır da o düşmüş aynı direkteki dizenin altına.
?Hemen derdin söylesin?
Türkmen kızı, ertesi gün gelip baktığında otağın direğine, sevincinden ağlamış, o küçücük kalbi heyecandan göğsüne sığmaz olmuş, yerde onun olmuş adeta gök de? Fakat koskoca cihan sultanına ilân-ı aşkta bulunmanın, ateşle oynamak, ateş girdabına bilerek atlamak gibi ölümcül bir tehlikesi de varmış. ?Varsın olsun, bu aşk buna değer? diye düşünmüş. Aldığı mesajı heyecanla hemen cevaplandırmaktan kendini alamamış ama yine de içinde bir korku kurdu varmış ki genç güzelin, yüreğini her gün diş diş, burgu burgu kemiren? Aşkın gücü, zoru ve korkuyu nefes nefes yaşayan o gencecik yüreğin imdadına yetişmiş derhal. Bir satır daha yazmış aynı direğe:
?Ya korkarsa neylesin?
Yavuz Sultan Selim, akşam çadıra döndüğünde, not düştüğü direkteki satır gelmiş aklına. Bakmış ve okumuş ki; aşkın, heyecanın ve korkunun karıştığı, tezat dolu sözcüklerin buluştuğu satırlar, bir mızrak gibi durmakta karşısında. Hemen o satırın altına bir mısra daha eklemiş, aşka yenik düşen koca padişah:
?Hiç korkmasın söylesin?
Bir aşkın buluşan, karmaşık ve bulanık duyguları şöyle dizilmiş direğin üzerine:
?Seven insan neylesin
Hemen derdin söylesin
Ya korkarsa neylesin
Hiç korkmasın söylesin?
Sabahın olmasını sabırla beklemiş padişah. Seher vakti sırdaşı Hasancan?ı çağırtmış, derhal bir emir vererek: ?Biz dahi merak edip onu görmek isteriz tîz elden bu kızı huzura getirin?. Emir derhal yerine getirilmiş ki Ahu gözlü, endamı hoş, alımlı, nazenin, ceylan gibi bir Türkmen güzeli? Hünkârın emriyle derhal bir düğün alayı tertip edilmiş. Eğlenceler, yemeler içmeler?
Düğünün son gecesi, sırlarla dolu bu aşkın bilmecesi kader-i ilâhî tarafından çözülmüş. Çözülen bu kara baht çıkınından yayılan acı haber, şaşkına çevirmiş herkesi. Yer gök adeta üzüntüye, mateme boğulmuş. Ahu gözlü Türkmen dilberinin ?Selim? diye çarpan saf ve küçük yüreği, bu büyük cihan sultanın aşkındaki sırrı kaldıramamış ve birden duruvermiş.
O çadırın direği, bu olayın canlı fakat ketum şahidi olmuş asırlardır. Bu dünya hayatında vuslat nasip olmadığı gibi o gencecik yüreğe, buna fani alemde de bir çare bulunamamış. Bu hazin gönül çarpılmasının ve gönül yangınının sonunda derler ki:
?Koca hünkâr, ağlamış? ve Türkmen kızına yaptırdığı mezarın mermer taşına, şu dörtlüğü kazdırarak, dünyaya aşkın gücünün karşısındaki çaresizliğini en güçlü orduları yenen koca hünkâr şöyle haykırmış:
?Merdüm-i dideme bilmem ne füsûn etti felek
Giryemi kıldı hûn eşkimi füzûn etti felek
Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek?
merdüm-i dide: Gözbebeği
füsun: Sihir, büyü
felek: Kader
girye: Gözyaşı, ağlayış
füzun: Çok fazla
eşk: Gözyaşı
hun: Kan
şir: Aslan
pençe-i kahr: Mahveden el, kahır pençesi
lerzan: Titreyen
ahu: Ceylan (sevgili)
zebun: Aciz, zayıf, esir
Bilmem ki gözlerime felek nasıl bir büyü yaptı
Gözümü kan içinde bıraktı, aşkımı artırdı
Benim pençemin (gücümün) korkusundan aslanlar (bile) titrerken
Felek beni bir ahu gözlüye esir etti