1998 Yılından Gelen Vergi Borcu

Üyelik
20 Eyl 2012
Mesajlar
1
Konum
istanbul
Kolay gelsin..

Vatandaş vergi dairesinden gelen borcunuz bulunmaktadır uyarı yazısına istinaden vergi dairesine gidip borç dökümü aldığında 1998 yılına ait vergi borcu tarh edildiğini 2005 yılında da borcun takibe alındığını öğreniyor. Vatandaşa bu güne kadar gönderilen ve imzalatılan bir tebligat yoktur.

Borcun zaman aşımına uğramış olması gerekmez mi?

Borcun kaldırılabilmesi için vergi mahkemesinde dava açılması mı gerekiyor ?

Elinde bu şekil dava dilekçesi örneği olan üstadların yardımlarını bekliyoruz.

Teşekkürler..
 
6183 sayılı Kanunun 102'nci maddesi;

"Tahsil Zamanaşımı
Madde 102-
Amme alacağı, vadesinin rasladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zamanaşımına uğrar. Para cezalarına ait hususi kanunlardaki zamanaşımı hükümleri mahfuzdur.Zamanaşımından sonra mükellefin rızaen yapacağı ödemeler kabul olunur.

Yukarıda yer alan madde hükmüne göre 1998 yılına ait vergi borcunun vadesi 1999 yılına denk gelir, buna göre de 31.12.2004 tarihine kadar tahsilat yapılmamışsa vergi borcu zamanaşımına uğrar. Ne var ki vergi dairelerinde yaygın bir uygulama vardır, zaman aşımı süresinin sonuna doğru memurlar kendi aralarında para toplayarak sizin borcunuzun örneğin 1 kuruşunu bile ödeseler tahsilat zaman aşımı kesilir ve süre yeniden ve sıfırdan işlemeye başlar. Zira 6183 sk madde 103/1'e göre ödeme yapılması zaman aşımını kesen hallerdendir. Bu uygulamanın kanunun ruhuna uygun olup olmadığı eskiden beri tartışma konusu olagelmiştir. Konu hakkında yazılmış olan bir makalenin ilgili bölümünü aşağıya kopyalıyorum, umarım yardımcı olur.


"
2.3. Tahsil Zamanaşımını Kesen Ödemenin İdarece Kötüye Kullanımı

AATUHK’nın 103. maddesinde vergi borcuna ilişkin yapılan ödemenin tahsil zamanaşımını keseceği belirtilmiştir. Ancak bu ödemenin kim tarafından yapılacağı veya borç miktarının ne kadarlık bir kısmının yapıldığında zamanaşımını keseceği herhangi bir hükme bağlanmamıştır. Bununla birlikte ödemenin AATUHK’nın 40 ve 41. maddelerinde yazılı esaslar dâhilinde yapılacağı da açıktır. Zira, kanuna uygun şekilde yapılan ödeme, ancak bu yolla rızaen yapılan tahsil işlemine ifade eder (Aksoyoğlu, 2009:124). Bu açıdan baktığımızda borçlunun kendi istek ve iradesi ile yapılmayan ödemeler ödeme olarak sayılmaz ve kanunun yüklediği misyonu (tahsil zamanaşımını kesme) yerine getiremez. Örneğin zamanaşımının kesilmesini sağlamak amacı ile alacaklı tahsil dairesinin görevlilerince yapılan ödemeler bu şekilde değerlendirilebilir. Bu ödemeleri yapan kamu görevlisi açısından adli ve idari bir suç açığa çıkar.
Ödeme, AATUHK’nın 40. maddesi uyarınca yapılmışsa, bu maddede ön görülen alacaklı tahsil dairesinin yetkili memurları tarafından kesilecek makbuzun tarihi, ödemenin yapıldığı tarihi göstereceğinden zamanaşımı o tarih itibariyle kesilmiş olur.
Kanuna uygun olarak yapılan ödemelerin zamanaşımını keseceği açıktır. Ancak uygulamada farklı bir yöntem izlendiği görülmektedir. Vergi daireleri zamanaşımına uğrayacak vergi alacaklarının tahsil edilememe riskini ortadan kaldırmak için mükellefin bilgisi ve rızası dışında borç tutarının sembolik bir kısmını kasaya ödeyip, makbuzunu da kişinin dosyasına koymakta ve zamanaşımını kesmektedir (Aksoyoğlu, 2009:125).
Vergi dairesi tarafından özellikle zamanaşımının son günlerinde bu yönteme başvurulmasının en önemli nedeni borçlu mükellefin bilinen adresinin tespit edilememesi veya tahsilât için gerekli her türlü tahkikat ve takibatın zamanında yapılmaması nedeniyle alacağın tahsil edilememesidir. Bu şekilde özelde görevli memur genelde ise vergi dairesinin gerçekleştirdiği ödeme, kendi hatalarının vergi mükellefine yansıtılmasından başka bir şey değildir. Böyle bir durumda gerek görevli memur gerekse görevli memurun amiri bir suç işlemiş olur.

Burada akla gelen en önemli soru alacaklı vergi dairesinde görevli memur tarafından yapılan ödemenin tahsil zamanaşımını kesip kesmediğidir. Her şeyden önce bir ödemenin tahsil zamanaşımını kesmesi için kanuna uygun şekilde yapılması gerekmektedir . Bu doğrultuda borçlunun kendi rızası dışında yapılan ödemenin zamanaşımını kesmesi mümkün olmayacaktır. Çünkü kanunda yer alan ibare açıktır ve borçlunun kendi isteğiyle ödeme yapması durumunu vurgulamaktadır.
Mevcut duruma birde görevli memurun yaptığı sembolik ödemenin zamanaşımını kestiğini kabul ederek baktığımızda, bu şekilde muvazaalı yapılan ödemelerde zaten mükellef bulunmadığından, mükellefin buna itiraz etmesi ya da bunu ispatlaması mümkün olmayacaktır. Şayet mükellef bu durumu yargıya taşırsa ödemenin kendisi tarafından yapılmadığını ispatlamalıdır. Bu noktada mükellefin söz konusu durumu şeklen ispatlaması zordur. Burada aslında tahsilât makbuzuna ilişkin bir uygulama eksikliğini de görmekteyiz. Biliyoruz ki kesilen makbuzlarda mükellef imzaları yer almamaktadır. Bununla ilgili herhangi yasal bir düzenleme yoktur. İdare makbuzu tek taraflı düzenleyip mükellefin dosyasına koyabilir ve burada mükellef açısından şekle itiraz edecek bir durum söz konusu olmaz. Burada mükellef açısından itiraza konu edilebilecek bir unsur yapılan ödeme miktarı ile ilgili olabilir. Çünkü bu uygulama genellikle zamanaşımı süresinin son günlerine doğru yapılmakta ve çok cüzi miktarlarda olmaktadır. Bu cüzi miktarların hayatın doğal akışı çerçevesinde değerlendirildiğinde kabul edilebilirliği zayıftır. Mükellef açısından başka bir savunma yolu da internet ortamında yapılan ödemelerde söz konusu olabilir. E-Maliye uygulaması çerçevesinde ödemelerin memurlar tarafından internet ortamında yapılması söz konusu olabilir. Burada IP numarası mükellef tarafından ispat unsuru olarak kullanılabilir. Ayrıca yine E-İmza uygulamasının da vergi borçlarının tahsilinde etkin olarak kullanılması gerekmektedir.
Mağdur mükellef tarafından yargıda kullanılabilecek diğer bir unsurda makbuzun mükellefin dosyasında yer almasıdır. Normal şartlar altında makbuzun mükellefte yer alması gerekmektedir. Burada makbuza gerçek mahiyetini kazandıran koşul (tahsilât makbuzunun borçluya verilmesi) yerine getirilmemiştir. Hukuk mantığının ve belirli bir hukuki uygulamanın tersine çevrilmesi ve kötüye kullanılması durumu vardır. Bu sebeple, sadece Kanun’un lafzından hareketle ödemenin yapılmış olduğu gerekçesiyle tahsil zamanaşımının kesildiğini söylemek zamanaşımı kurumunun düzenleniş amacına ve ruhuna uygun olmayacaktır. Bu konuyla bağlantılı olduğunu düşündüğümüz Danıştay kararı şu şekildedir;
Danıştay 7. dairesinin verdiği bu kararda; “İlgili tarafından mahsup isteminde bulunulmamış olunmasına karşın, salt zamanaşımını kesmek amacıyla alacaklı tahsil dairesince re’sen yapılan mahsup işleminin, işlemekte olan zamanaşımını kesmeyeceği hükmedilmiştir.”

Görüldüğü üzere yargı organları da zamanaşımını kesmek amacı ile vergi idaresinin mükellef yerine geçerek yaptığı işlemlerin zamanaşımını kesmeyeceğine hükmetmiştir.
Tahsil zamanaşımının kanunla mükellefe tanınmış bir hak olduğu açıktır. Vergi idaresinin zamanaşımı süresi içinde vergi alacağını tahsil etmek için üzerine düşen yükümlülüklerini yerine getirmemesi ve zamanaşımına uğrayacak olan borç için söz konusu zamanaşımı süresini kesmek için mükellef adına sembolik olarak çok cüzi bir miktar ödeme yapması bu hakkın mükellefin elinden alınması olarak değerlendirilebilir. Böyle bir hareket mükellef hukukuna aykırıdır (Doğrusöz, 2010). Sadece mükellef hukuku değil ayrıca hukuk devletinin en önemli ilkelerinden hukuki güvenlik ilkesi açısından da sakıncalı bir durum olarak değerlendirme yapılabilir.
İlgili memurların bu tarz işlemler yapması halinde hem idari hem de adli anlamda bazı yaptırımların olacağı açıktır. İlgili memurun böyle bir harekette bulunmasının en temel nedeni zamanaşımı süresi içerisinde yapılması gereken tahkikatın ve takibatın zamanında yapılmamasıdır. Başka bir ifade ile, memur görevini yapmakta hukuk kurallarına uygun hareket etmemiştir. Bu durum keyfi muamele, görevi ihmal ve kötüye kullanma suçuna girmesi muhtemeldir ki, bu suçların hem hapis hem de disiplin cezaları vardır. Kısacası memurun işlediği suç idari bir suçtur."





 
Tarh ve tahsil zamanaşımı VUK'na göre 10 yıldır. Bu durumda 1998 yılındaki bir vergi borcunu maliyenin 2005 yılında tarh etmesinde herhangi bir sakınca yoktur.
2005 yılında tarh edilen bir vergi borcunu da 2015 yılına kadar takip edebilir.
Maalesef şu anda uygunsuz bir durum görünmüyor.
 
Hey Allahım yarabbim, yine bir bomba bilgi "Tarh ve tahsil zamanaşımı VUK'na göre 10 yıldır."

Bilmemek ve de bilmediğini öğrenmemekte ısrar etmekten daha kötü bir şey varsa, o da yanlış bildiğinin farkında olmamak.
 
İyi akşamlar . 1998 yılında ortak olduğum ltd. şirketin sahip olduğum 4 payını başka bir şahsa noterde devrettim. 15 nisan 2013 tarihinde vergi dairesinden ödeme emri geldi. İlgili v. dairesine gittiğimde bana hisse devrinin pay defterine işletildiğini belgelemem ya da ticaret sicilden adımı sildirmiş olmam gerektiği söylendi. Pay defterine ulaşmama imkan yok.Ticaret sicilden de adım silinmemiş. Firma 2000 yılında başka bir vergi dairesine taşınmış ve boş beyanname vermiş.2002 yılında da sanırım kapanmış. Vergi dairesindeki yetkili bana bu borcu ödemem gerektiğini söyledi.Hisse devri gerçekleştikten sonraki 1999 yılına ait borcu da ödemem gerektiğini de belirtti. Bu durumda hisseleri alanın hiç bir yükümlülüğü yok mu ?Ayrıca bana bugüne kadar hiçbir tebligat yapılmadı. Yerim belli son 4 yıldır ikamet adresim ve ondan önce de 5 yıl boyunca başka bir yerde ikametim adresim aynı idi. Ve bir firmada çalışan elemandım. Bir borcum var ise devlet birimi bana ulaşabilirdi. Dünya kadar faiz ödemem gerekiyor. Bu konularda bilgi verirseniz yol gösterirseniz memnun olurum.
 
Limited Şirketlerde Pay devri noterde yapılan hisse devir sözleşmesinin ortaklar kurulu kararıyla onaylanması ve pay defterine işlenmesi gerekmektedir. Ayrıca pay devrinin 3 kişilere karşı geçerli olabilmesi için ticaret siciline tescil ve ilanı gerekmektedir. Yalnızca noterde hisse devri sözleşmesi yapılması yukarıda saydığım işlemler yapılmamışsa hisse devri geçerli olmayacaktır.

Kanaatimce borçları ödemek dışında yapılabilecek birşey yok. Ancak şirketin vergi borçlarından dolayı hisseniz nispetinde sorumlu olacağınızı hatırlatmak isterim.( şirketin toplamda 100 tl borcu varsa sizin şirkette görünen hiseniz %10 ise vergi borcunun 10 tl sından sorumlu olursunuz.)

Farklı görüşü olan arkadaşlarında eklemek isteyeceği bilgiler olabilir.
 
Borç 98 yılından ise zamanaşımı defi söz konusu olabilir. Ancak bunun için 98 den beri hiç bir hareket yapılmamaış olması lazım.
 
Cevap için teşekkür ederim. Ancak elimde noter nezaretinde karar metni başlıklı ''şirket merkezinde toplanarak aşağıdaki kararları almışlardır. Hisse devrinin ...bedelle yeni ortak olarak giren ... kişiye ......bedelle devir etmesine ve hisse devri yapılarak ticaret siciline tesciline oy birliği ile karar verilmiştir ve karar defterinin 2.sayfasındaki 17.8.1998 tarih ve 2 karar sıra numaralı kararın aslına uygunluğunu onaylarım '' onay yazısı olan noter yazısı var. Bu yeterli değil midir ?
Ve ayrıca hisse devri sözleşmesinde '' devir eden olarak hisseleri devir alanın işbu hisse devri sözleşmesini ilgili yerlere ibrazla kendi adına ortaklar pay defterine işletmesine rıza ve muvakatımın bulunduğunu,gerek devir alanın gerekse diğer hissedarların zimmetlerini umumi suretle ibra ve iskatı hak eylediklerini beyan kabul ve taahüt ederim '' ibaresi var. Eğer yanlış anlamadıysam sicile vs . yerlere işletmesi gereken de yeni hissedar oluyor. Ama borçlardan sorumlu olan benim. Ve aradan 14 15 yıl geçmiş. Bir borç varsa zamanaşımına uğraması gerekmez mi ? Bana daha önce hiçbir tebligat yapılmadı. Bu konularda cehaletimi mazur göreceğinizi umarak iyi günler dilerim.
 
Son düzenleme:
Tebligat önemli değil. Bu borçla ilgili vergi dairesnin hiç bir işlem yapmamaış olması gerekiyor.
 
Üst