Döviz alım satımına yetkili müesseselerin (döviz büfelerinin) TPKK Hakkında 32 sayılı
Karar’a ilişkin 98-32/22 sayılı Tebliğ uyarınca teminat olarak .T.C.Ziraat Bankasına yaptırdığı
150.000 Alman Markının değerleme gününde, Vergi Usul Kanunu’nun 280.maddesi uyarınca döviz
cinsinden alacak olarak değerlenip değerlenmeyeceği konusundaki bir uyuşmazlığa ilişkin Danıştay
3.Dairesinin bir kararı aşağıdaki gibidir:
7
“Döviz alım satımı ile uğraşan davacı şirketin faaliyeti gereği Türk Parası Kıymetini Koruma
Hakkında 32 Sayılı Karara ilişkin 98-32/22 Sayılı tebliğ uyarınca teminat olarak Ziraat Bankası’na
yatırdığı 150.000 Alman Markının yukarıda sözü geçen Karara ilişkin 98/32-18 sayılı Tebliğ de,
Bankanın Muhtelif Borçlar Bloke Paralar hesabında izleneceği ve herhangi bir nedenle faaliyetin
sona ermesi halinde, ancak Hazine Müsteşarlığı’nın talimatı ile ilgili şirkete ödeneceği ve bu
hesaptaki tutarlara faiz ödenmeyeceği belirtildiğinden, zorunlu olarak yatırılan ticari faaliyet devam
ettiği sürece bloke tutulan döviz cinsinden teminatların istendiğinde işletmenin ticari işlerinde
kullanılması, başka bir anlamda tasarruf edilmesi olanaksızdır. Bu bakımdan bağlı değer olarak
bankada tutulan döviz cinsinden teminatın alacak olarak değerlemesi gerekmeyeceğinden, sözü edilen
teminatın ticari faaliyet sonucu doğan bir alacak olarak kabul edilmesi suretiyle hesaplanan kur
farklarından oluşan kambiyo gelirinin beyan edilmediğinden bahisle davacı şirket adına yapılan
tarhiyat kanuna uygun olmadığından, Vergi Mahkemesince davanın reddi yolunda verilen kararda
hukuka uygunluk görülmemiştir.”
Danıştay’ın bu Kararı, öteden beri savunduğumuz görüş doğrultusunda olup, hukuka ve
vergilendirme ilkelerine uygun ve isabetli bir karardır. Ticari kazancın yürütülmesi için zorunlu olan,
faiz tahakkuk ettirilmeyen ve üzerinde mükellefin tasarruf hakkı bulunmayan, ancak işletmenin
feshedilmesi veya herhangi bir nedenle faaliyetine son verilmesi halinde geri alabileceği şarta bağlı bir
alacağının her yıl bir kısmının vergi yoluyla tüketilmesi, hiçbir vergilendirme kuramı ile açıklanamaz.
Bununla birlikte söz konusu teminatı alan ve üzerinde her türlü tasarrufta bulunmaya yetkili banka
aldığı bu teminatı bir borç gibi değerlemek durumundadır. Keza, banka söz konusu parayı kasasında
tutsa dahi, dönem sonunda kasadaki bu parayı Vergi Usul Kanunu’nun 280.maddesine göre
değerlemek zorundadır.
Bu karar, benzer nitelikteki teminatlar ile depozitolar için de emsal olabilecek niteliktedir.
Yabancı para cinsinden verilen teminatların tutarının bilançonun 29 nolu dipnotunda
gösterilmesi gerekir.
SONUÇ
Yabancı para cinsinden verilen depozito ve teminatların, veren yönünden tasarruf imkanı
olmaması, üzerinden bir gelir elde edilmemesi, şarta bağlı bir alacak niteliğinde bulunması
nedenleriyle mali karın (vergi matrahının) hesabında gerçek ticari bir alacak olarak değerlenmemesi,
buna karşılık bu kıymetleri alanların aldıkları depozito ve teminatlar üzerinde tasarruf yetkilerinin
bulunması, bu değerleri işletmelerinde kullanmalarının kısıtlanmaması nedeniyle bir borç olarak
değerlenmesi; bu özel durumun vergilendirme ilkeleriyle çelişmediği, tam aksine bu durumun gelirin
gerçekliği, vergi ödeme gücü ve vergi gelirlerinin sürekliliği ilkelerine uygun düştüğü, bu anlamda
Danıştay 3.Dairesinin yukarıda belirtilen Kararının son derece isabetli olduğu görüşündeyim.